Ülkemiz tarihinde görmediği bazı süreçlerden geçiyor.

Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin başlangıç yıllarında ki bazı yobaz ayaklanmalarından en büyüğü denendi 15 Temmuzda.

Osmanlı Döneminde, ileriye yönelik çağdaş, bilime açık yönetim sergileyen padişahlar ve devlet adamları, ya öldürülerek ya da zorbalıkla tahtan indirilmişlerdir.

2. Mahmut, Genç Osman, Sarı Selim bunlardan bazılarıdır.

Bu isyanların en kanlılarından biri Lale Devri’ni sona erdiren Patrona Halil İsyanı’dır.

Bir hamam tellağı olan Halil, kendine patrona (general) ünvanı vererek kanlı bir isyan yapmıştır.

Devrin padişahı 3. Ahmet, isyancıların kellesini istediği devlet adamlarını boğdurup, kağnı arabalarına yükleyip; At Meydanı’na isyancılara göndermiştir.

Yinede ellerinden kurtulamamış kendi de tahtan indirilmiştir.

Aynen Patrona Halil gibi, Dersimli Seyit Rıza’da kendine general rütbesi ( Dersim Generali) vererek isyan etmiştir.

Yapılan isyanlarda çoğunlukla din öne çıkarılmış, dinimiz ardına saklanılarak katliamlar yapılmıştır.

31 Mart (13 Nisan 1909) olayında da böyle olmuştur. Osmanlı Ordusunda iki tür subay vardı. Bunlardan Harbiye mezunlarına “mektepli”, ocak içinden yetişenlere ise “alaylı” denirdi.

31 Mart Olayı’nda Taksim deki Topçu Kışlasında bulunan alaylı subaylar isyan etmiş, kışlada ki “mektepli” subayları öldürerek isyanı dışarı taşımışlardır.

Da ha sonra Selanik’ten gelen Mustafa Kemal komutasındaki Hareket Ordusu bu isyanı bastırmıştır.

İsyanı düzenleyen Derviş Vahteti’dir. Yine o da dini arkasına almıştır.

Ayrıca Volkan Gazetesi olayın körükleyicisidir. Said-i Nursi (o zaman ki adı Muşlu Said) isyanın içindedir. Hatta “ben kutsal Kürt Irkındanım” sözünü o zaman söylemiştir.

Topçu Kışlası’nın çok gündemde tutulması, acaba bir iade-i itibar düşüncesini mi yaşatıyor şuur altında? Diye aklımıza gelmiyor değil.

Şeyh Sait (25 Şubat 1925) isyan yaptı. Karakolları bastı, askerlerimizi şehit etti, büyük bir bölgeyi ele geçirdi.

İsyan bastırıldı, Şeyh Sait’in darağacında ki son sözü “ben din uğrunda ölüyorum” olmuştur.

Milli Mücadele yıllarında ki Hilafet Ordusu da bu düşünceyle kurulmuştur.

O da dinimizi kullanarak bir şeylere kalkışmıştır.

Tokat askeri kışlası uzun süre boş kaldı. Tokat’ta kışla var ama askeri yoktu.

Tokat’ın asker kışlasının dolmaya ihtiyacı olduğunu düşünen iki, Tokat sever ve vatansever insan, Rahmetli Vasfi Diren ve Vahap Ayhan zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Nazmi Karakoç’un Amasya’ya geleceğini öğreniyorlar ve Amasya’ya gidiyorlar. Nazmi Karakoç ile görüşme sağlıyorlar.

Vahap Ayhan “ tokalı postal seslerine hasret paşam” diyerek gözyaşı döküyor. (postal askerin giydiği ayakkabı; rap rap temposu ile gür ses çıkarır)

Vasfi Diren’in de konuya ağırlık koyması ile 45.ya da 48. Piyade Alayı’nın Tokat’a geri dönmesi sözü alınır.

11 Eylül 1980 günü Piyade Alay’ı Sivas’ta ki tümenden ayrılarak tokatlının büyük coşkulu karşılaması ile Tokat’a döner.

Ben iyi hatırlıyorum. Sivas’tan gelen askerin çoğunu Topçam ve Tokat Seyehat Otobüsleri taşıdılar. Halk GOP Bulvarı boyunca dizilmiş askeri alkışlıyordu.

15 Temmuz’a kadar Türk Halkı’nın gözbebeği ordusu, uzun süre yapılan yanlışlar sonucu, 15 Temmuz’da büyük bir yara almıştır.

Bu bir yönetim hatasıdır. Yok öyle! “ göremedik, bilemedik” uydurmacaları. Göremiyorsan, bilemiyorsan yerini görebileceklere ve bilebileceklere bıraksa idin.

Bu yara özürle kapanmaz. Kan dökülmüş, can alınmış, bunun özrü olmaz. Ordumuzun içine giren bazı kanı bozuklar cumhuriyete karşı kalkıştıkları başkaldırı ile ordumuzu da yıpratmışlardır.

Ama milletçe inanıyoruz ki gerçek Türk Ordusu Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşları’ndan güç alan ordusu, görevinin başındadır.

30 Ağustos Bayramı yapılmalı Ordumuz tüm görkemi ile bize postal seslerini dinletip, Çanakkale, Dumlupınar, İnönü, Sakarya, Kocatepe ruhunu yeniden yaşatmalı ve biz onu ayakta alkışlamalıyız.