Bu düşünce sistemindeki kafalar ülkeler için, insanlık için büyük sorun olan kafalardır. O kafalardaki düşünceler günümüzde yaşam felsefesine dönüşürken, oluş şekilleri ile kanıksanmış herkes tarafından kabul gören yaşam biçimi olmuştur artık. Çevremize baktığımızda günlük hayatta bunları görememek kör olmaktan başka bir şey değildir.

Çirkinliklerin güzellikleri, zenginliğin yoksulluğu, haksızlığın hakları, karanlığın aydınlığı, yanlışların doğruları, en acısından cahillerin âlimleri ipotek altına aldığını görememek ülkelere ihanetten öte nedir ki.

Böyle durumlar karşısında da bu söz dizininin etik kurallar dâhilinde geçerliliğini sorgulamamız gerekmez mi?

Bunun bizim atasözlerimizden olduğu söylense de ben buna inanmıyorum. Bu sözler bize ait olamaz. Olamaz çünkü atalarımız değil kendilerine başka milletlere, çevresine, çok uzaklara bile zararı dokunana tepki koymuşlardır. Tarih bu örneklerle doludur.

Zengin kültürümüzün yücelttiği, örf, adet ve geleneklerine bağlı, kutsal değerlerine inanmış Yunusları, Mevlanaları,  Hacı Bektaş Velileri yetiştirmiş, Mustafa Kemal gibi bir dâhiyi dünyaya kazandırmış bu topraklar güzelliklerle yoğrulmuş bir milletin renkler mozaiğidir.

İşte bu manevi ve kültürel güzelliklerin, insani değerlerin bir bir avuçlarımızdan kayıp gitmesi vatan sevdalılarının canını acıtıyor elbette.

Yardımlaşmada, paylaşmada, acıda, kederde, sevinçte, coşkuda tek yürek, tek bayrak oluşumuz millet olarak en büyük hasletlerimizdir.

Eğer ki Çanakkale’yi, Sakarya’yı Dumlupınar’ı Kıbrıs’ı ve en son 15 Temmuz akşamını ve de milli ve dini bayramlarımızın taşıdığı anlam ve mesajlarını yüreğimizde duyup, beynimizde hissedemiyorsak duygularımıza, dillerimize prangalar vurulmuş demektir.

İşte o vakit sana dokunmasını istemediğin yılan, sana da en acımasızca dokunacaktır bir gün.

Ülkemizin ateş çemberinde olduğu, dâhili ve harici bedhahların deli mayın misali ortalıkta dolaştığı dönemler yaşıyoruz. Onlarca olumsuzluklara rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük ve güçlü bir devlettir. Çünkü onun temelinde İMANDAN İMKAN yaratan Mazlum halk ve Hak, vardır. Sallansa da asla devrilmeyen beşeri ve manevi güç onu ilelebet ayakta tutmaktadır.

Bu yüzdendir ki “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” deme hakkına kimseler sahip değildir bu ülkede…

İnsanların çoğunluğu mutsuz, umutsuz bir görünüm sergilemekteler. Gülen yüzlere rastlamak mümkün değil. Önceki yazılarımda da değinmiştim. Ne oldu benim sevgi üreten insanlarıma. Anlayamıyorum. Adeta bir başkalaşım dönemi yaşanıyor insani değerlerimizde.  

Toplum mutsuz. Aileler, aile içinde çocuklar mutsuz, umutsuz, asi ve sorumluluktan kaçış içindeler. “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” kontrolüne aldığı, tekelinde yönettiği yarınlarımıza belirsizlik koymuş.

Ülkede yaşanan çok büyük sorunlar; ekranlarda, yayın organlarındaki çirkin dizilerle, yarışmalarla evlendirme programlarıyla insanların ilgileri dışına atılıyor… Böylelikle insanımızın düşünme, akıl yürütme, ortak çözüm arama yolları kapatılıyor. İster istemez herkes günü birlik yaşarken, günü en az zararla kapatma yoluna düşüyor. Ve insanlar bencilleşiyor.

Kendilerine dokunmayan yılanı beslemeye başlıyor. İşte burada sormak gerekiyor, “ Ne oldu benim köy kokulu türkülerime… Çiğdem kokulu memleketime, ne oldu sevgi yüklü insanlarıma..?”

Lakin tüm bu olumsuzluklara zemin hazırlayan onlarca sebepleri de öğrenmek, görmek durumundayız.

İnsanlar özel veya tüzel istekleri dâhilinde, uygulamada şansları olmadığını anlayınca siyasi güçlere sığınarak bir kurtarıcı bulmanın rahatlığını yaşadıklarını zannediyorlar. Oysa geleceklerinin ipotek altına alındığının farkında değiller. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşünceleri geçerliliğini korurken yılanı süt çanağına davet ettiğinden haberdar değildirler. Çünkü bu bir bedeldir. Ödentisi de ağır olacaktır.

Düşünme, akıl yürütme, emek harcama, doğruyu görme ve adiliyet gibi güzellikleri yitirmiş “Ben sana mecburum” özelliklerinde bir toplum da ancak böyle oluşur zaten.

Emeksiz kazancın itibar gördüğü, paylaşımcılığın yardımlaşmanın genetiğinin bozulduğu, kutsal değerlerin erozyona uğratıldığı, din simsarlarının itibar gördüğü, eğitimin yozlaşıp, insanların mutsuz olduğu bir ülke, bir yurt bir vatan toprağı düşünmek çok acı geliyor ülke sevdalılarına.

Her olumsuzluk karşısında kendi çıkarları zarar görecek, elinden gidecek diye susmak, doğruları bildiği halde görememek, akıl yürütememek sonucunda bin yaşasın dediği o yılan bir zaman sonra değil sana dokunmak, tüm zehriyle bedenine ambargo koyacaktır.

Bunun için “Sen, ben, o, yok “Biz” varız artık, olmalı.

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” deme hakkımız hiç yoook..!

Yeryüzünde yaşamak için toprak çok… Ona da yaşamak denirse eğer…

Lakin başka TÜRKİYE yoook! yok!