Sol jargonun önemli ismi şair-yazar Attila İlhan bir konuşmasında, “Mustafa Kemal Paşa’nın baş özelliği Batı'ya karşı olmak, anti-emperyalist olmak... Ve yavaş yavaş Atatürkçülük değiştiriliyor; Atatürkçülük, Batı'ya karşı olmak, emperyalizme karşı olmaktan çıkıyor, laiklik taraftarı olmak oluyor” demişti. Rahmetli Attila İlhan bugünün “bildik” çakma solcularının uzağında, “yerli” bir aydın ve “milli” bir yazardı.

Sağlığında “Atatürkçülük” ve “Kemalizm” gibi kavramları hiç kullanmayan Mustafa Kemal Atatürk, Attila İlhan’ın dediği gibi antiemperyalist bir önderdi. Atatürk’ten sonra birçok şeyi değiştirdiler. Atatürk adına yaptıkları her işte toplumdan biraz daha uzaklaştılar ve “laiklik” adına gönülleri dağladılar. Oysa laiklik, inanmayanlara verdiği özgürlük kadar, inananların da hürriyetlerini koruyan bir ilkeydi. Antiemperyalist olmayı unutup laikliğin ardına sığındılar ve Atatürk ile Anadolu insanının deyim yerindeyse “arasını açtılar”.

Eski Devlet Bakanı Zeki Sezer Bülent Ecevit’ten sonra yaptığı parti genel başkanlığında dönemin “laikçi” söylemlerinin yersiz olduğuna vurgu yaparak, önceliği ekonomiye vermemiz gerektiğine dikkat çekiyor ve “Aç insan laikliği koruyamaz. Önce ekonomi düzelmeli, insanlar evlerine ekmek götürmeli” diyordu. Sezer’in haklılığına bugünlerde yine tanık oluyoruz.

Sabah Gazetesi yazarlarından Salih Tuna da olaya benzer bir pencereden bakarak şunları yazdı geçtiğimiz günlerde: “Papyon takmakla, mini etek giymekle, içki içmekle ‘Atatürkçü’ olamazsın; Nâzım Hikmet'in ifadesiyle ‘2. Kurtuluş Savaşı'mızın neresindesin’ onu söyle! Aynı şekilde, sakal bırakmakla, tespih çekmekle de ‘Müslüman’ olamazsın; müstevli kuşatmasına karşı nerde duruyorsun, mesele orda...”

İşte anlatmak istediğimiz tam da bu:

Ne siyasal İslamcılar ne de kendine “Atatürkçü süsü” vererek ortalıkta dolaşanlar bu sorunun yanıtını veremiyorlar. Bugün ülkenin yaşadığı emperyalist kuşatmanın karşısında milli bir duruşu “ama’sız-fakat’sız”  gösteremiyorlar.

Oysa bugün gelinen noktada alışkanlıkların dışına çıkılarak “büyük resme” odaklanmak gerekiyor.

Gerekmesine gerekiyor da kimse de buna yanaşmıyor.

Yine Sabah yazarı Salih Tuna, “Sultan Vahdeddin’e yazdığı (‘Âcizleri, halife hazretlerinin gökyüzü seviyesindeki sarayının eşiğine bizzat yüz sürmek şerefinden mahrum kalmanın daha fazla devam etmeyeceği ümidi ve her zaman tekrarladığın sadakat ve bağlılık duygularımın sonsuz olduğu...’ gibi ifadelerin yer aldığı) mektup üzerinden Atatürk’ü ‘padişahçı’ ilan etmek nasıl bir ahmaklıksa, FETÖ'yle ölümüne mücadele edenleri geçmişteki lakırdıları üzerinden itibarsızlaştırmaya çalışmak da öyle ahmaklıktır…” diyor.

Atatürk’ü anlamayıp Atatürk adına ahkam kesenlerden bunu anlamalarını beklemek hayalcilik belki ama yine de o hayali sürdürelim.

Mustafa Kemal’in “Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecektir” sözünü unutmadan o hayali kurmaya devam edelim.

Bugün binmeye “Bandırma Vapuru” arayanlar hepimizin aynı gemide olduğunu unutuyor. Ayrışarak değil, birleşerek ve ortak müştereklerde buluşarak bugün yaşadığımız emperyalist kuşatmayı yenebiliriz. Bu gerçeği algılamakta güçlük çeken bütün kesimlerin şapkalarını önlerine koyup düşünmelerinin vakti, geldi de geçiyor bile.