İHSAN ÜNLÜ

 

Bugünlerde sade ve sessizce tutulan bir oruç var… Muharrem Orucu veya diğer bir ifadeyle Yas-ı Matem Orucu.

Matem ayı münasebetiyle bu orucun müeyyideleri oldukça ağırdır. Örneğin, “oruç açma” denilen zaman dilimi içerisinde sofrada su, et türü yemekler ve tatlı türü şeyler bulunmaz.

Oruç açma gülbankla başlar, yemeğin sonunda dua ile biter.

Sofrada zalimin kılıcını çağrıştıran çatal, bıçak benzeri aletler bulundurulmaz.

Mümkünse tıraş olunmaz, neşeli işlerden ve ortamlardan uzak durulur.

Bu ay içinde düğün ve eğlence olmaz.

12 gün boyunca cem tutulmaz; Fuzuli’nin “Saadete Ermişlerin Bahçesi” vb. eserler okunur, Ehl-i Beyt muhabbetleri yapılır, mersiye ve deyişler okunur.

Bütün bu yapılanların elbette bir anlamı vardır. Hiç kimse durduk yere kendini bu ıstıraba sokmaz.

Peki neden bu kadar ağır bir yükün altına girilir? Normal oruç kuralları dışına çıkılır?

Lafı hiç eğip bükmeden söyleyelim; bu oruç matem orucudur. Bir anlamda Kerbela’yı yaşama ve oradaki muhterem zevatı anlama ve empati yapma ritüelidir.

Fırat’ın suyundan vahşiler bile içerken Allah Resulünün torunlarından esirgenen suya bir lahza ara vererek “İşte ben de Hüseyniyim. Benim safım da mazlumların yanıdır” diyebilmektir.

Ehl-i Beyt’e su taşırken kolları kanatları kırılarak Fırat’ın kenarına düşen Abbas b. Ali’yi ve bir umutla su bekleyen yavruların yaşadıklarını yaşamak ve yaşatmaktır.

İmam’ın kucağındaki yavrusu Ali Asgar’ı gözü dönmüş canilere göstererek, “Ey Cemaat! Eğer bana acımıyorsanız, en azından bu süt emen bebeğe acıyın.” dediği esnada hunharca katledilen yavrunun anasının yürek acısın paylaşmaktır.

Karalara bürünmüş Zeynep Ana’nın zalim sultanın önünde gerçeği haykırırken söylediklerine katılma ve hislerine tercüman olmaktır.

Hain İbn Ziyad elindeki değnekle İmam’ın mübarek dudağına dokunduğunda; Erkam’ın “Çek şu değneği! Resulullah’ın dudaklarını o dudakların üzerine koyarak onları öptüğünü görmüşümdür!” diyerek hüngür hüngür ağlaması gibi ağlayabilmektir.

İmam Hüseyin’in “Zillet içinde yaşamaktansa izzetli bir ölümü tercih ederim” ifadesinde makes bulan, gerektiğinde hak uğruna yalnız da olsa güçlüklere göğüs gerebilme/sabredilme melekesi kesbetmektir.

Bir yakınını veya komşusunu kaybetmenin verdiği travma içerisinde davranan kişinin psikolojisiyle Kerbela’ya yaklaşmaktır.

Neticede olay sıradan bir olay değil; kişiler sıradan kişiler değildir.

Onlar Habibullah’ın göz bebekleri, İmam Ali ve Fatma Ana’nın kuzularıdır.

Değerli kişiler değerleriyle anılırlar; yüzyıllar geçse de unutulmazlar.

Müslümanlar için çok kıymetli olan zatların da elbette unutulması ve yaşadıklarının unutturulması söz konusu olamaz.

Lakin acıyı bal eyleyip kimseye ilişmeden, yasımızı kendi içimizde tutarak bu günleri yad ederiz.

“Yezid öldü lakin Yezidlik kıtalar dolaşıyor” deyip her türlü zulüm ve haksızlıktan Allah’a sığınırız.

“Kerbela yaşandı bitti ama yeni Kerbelalar yaşanmasın” deyip gözyaşımızı içimize akıtarak kimseye kem gözle bakamayız.

Ve nihayet, “Yezid nefsimizdir” deyip ıslahı için oruçlarımızı tutup niyazlarımızı gerçekleştirerek “Gerçeğe Hû” demine devran döneriz…