Sami Yaman

Bu sesleniş; biraz önceki bağdaşıksız seslenişe, sakin ve yerinde bir cevap olmuştu. Doğrusu, ben de beğenmiştim. Artık, üstüne başka bir şey eklemeye gerek yoktu. Nitekim, herkes de aynı şeyleri düşünmüş olmalı ki, ortam yeniden önceki sessizliğine döndü. Yolculuk yine kaldığı yerden, muhtemelen herkesin aynı duyguları yaşadığı, aynı yürekle soluduğu bir hayal ikliminde sessiz ve derinden devam ediyordu. Nihayet, o kutlu diyara gelmiştik. Bizi burada bir gezi rehberi karşıladı. Kendini tanıttı. Çanakkaleli olduğunu, Çanakkale 18 Mart İlkokulu Müdürü olduğunu, 18 yıldır da Çanakkale Savaşları'nı incelediğini; çalışmalarının Genelkurmay Başkanlığınca değerlendirildiğini, gezi boyunca birlikte olacağımızı söyledi. İlk önce Truva Adın gördüm. Onu kitaplardaki resimlerden tanıdım. Derken, toplu halde Mehmet Çavuş Anıtı önünde durduk. Çok duyguluydum, çok heyecanlıydım. İçimden, eğilip toprağı öpmek geliyordu. Fakat "Artistlik yapıyor:' derler diye yapamadım. Burada gezi rehberimiz bize Mehmet Çavuş'u ve onu tarihe mal eden kahramanlık öyküsünü anlatmaya başladı:

- Değerli Öğretmenler, anıtı önünde bulunduğumuz bu kahraman Mehmet Çavuş, bundan fazla değil, birkaç yıl önce, İngiltere Kraliçesi'ne işte burada, kendi anıtı önünde dans ettirdi. Evet, yanlış duymadınız, dans ettirdi. Şöyle ki: Hatırlayacağına üzere, İngiltere Kraliçesi birkaç yıl önce ülkemizi ziyarete gelmiş; gelmişken, kendi askerleri adına dikilen anıta da çelenk koymuştu. Kendi törenleri bittikten sonra da resmi program gereği, bizim asker anıtlarımızı da gezmeye başlamıştı. İşte bu arada, tam da bu anıt önünde durdu. Anıta şöyle bir göz attıktan sonra, biraz da küçümseyen bir tavırla: "Peki, bu ne yapmış?" diye anıtın öyküsünü sormuştu. Orada bulunan Türk görevlilerinden birisi, Mehmet Çavuş'un hayale sığmaz kahramanlıklarını bir solukta anlattı. Orada bulunan herkes, dinledikleri karşısında şaşkına dönmüştü. Âdeta dilleri boğazlarına almıştı. Ortalık derin bir sessizliğe gömülmüştü. Sonunda sessizliği Kraliçe bozdu. Konuşmaya başladı. "Olamaz efendim, olamaz!'; diye ayaklarını yere vurmaya başladı. Bu hareketi birkaç kez tekrarladı. Değerli Öğretmenler, cesaret ve yiğitliğin timsali olarak tarihe geçen bu Kahraman Mehmet Çavuş, savaşlardan yıllar sonra da, öyküsünü dinleyen İngiltere Kraliçesi'ne işte bu şekilde dans ettirmişti. Rehberimizin anlattıkları, bizi de heyecanlandırmıştı. Kahramanlık duygularımız kabarmıştı. Mehmet Çavuş'u daha bir coşkuyla, saygı, minnet ve hayranlık duygularımızla selamlayarak oradan ayrıldık. Bir başka yerde Çanakkale Savaşları'nı anlatan taş levhalar okurken, Göktürk Kitabeleri'ni hatırladım. Yerinde bir hizmet olduğunu düşünerek onur duydum. Lakin, yazıların imla yönünden şöyle bir gözden geçirilmesini burada vurgulamak istiyorum.

Kahramanlar Diyarı'nda zamanın elverdiği ölçüde hemen bütün anıtları gezdik. Bu arada yabancı askerler anısına dikilen anıtları da gördük Onları görünce, iti-raf edeyim ki, ruhumdaki kıvanç ve coşku, yerini biraz hüzün ve burukluğa bıraktı. Çünkü, yabancıların kendi askerleri anısına diktikleri anıtlar, gökleri kucaklıyordu. Bizim Mehmet Çavuş Anıtı'nın boyu ise, o yıllardan hatırladığıma göre, üç metre kadar ya var ya yoktu. Gezinin sonlarına doğru denize hemen yakın, hakim bir tepeye oradaki bütün şehitler adına dikilmiş olan dört sütunlu görkemli anıtı görünce, içimdeki burukluk, yerini yeniden kıvanç ve coşkuya bıraktı. Bu coşkuyla Akif' in abide şiirini hatırladım. Şiirin mısraları, dimağımda ölçüyle ilgili değişik düşünceler uyandırdı. Anladım ki bazı değerler, maddi ölçülerle ifade edilemez. Çanakkale Şehitleri'nin büyüklüğü, öyle metre ile, el ile, kulaç ile ölçülemez. Nitekim, her mısraında şehitlerimizin büyüklüğünü anlatmaya çalışan M. Âkif ERSOY, onların yüceliğine bir sınır bulamamış; sonunda insanda uyanabilecek saygı ve hayranlık duygularının en candan ifadeleriyle: Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın. Hercümerç ettiğin edvara da yetmez o kitâb, Seni ancak ebediyetler eder istiâb demek suretiyle, o abide şiirini fedakarlık, vatanseverlik ve kahramanlık gibi yüce değerlerin sonsuzluğunda noktalamıştır. Şehitler Diyarı'nda gün boyu bu mısraları bir dua gibi okuyarak dolaştım. Kahramanlar Diyarında alabildiğine sıcak ve yoğun duygular içinde ilerliyorduk. Her adımda ayrı bir destanın şanlı levhalarına rastlıyorduk. Sanki cedlerimiz orada, bir değil bin destan yazmıştı. Her karış toprağı, canla kanla yoğrulmuş. Her bir zerresi şan dolu, kan dolu. Burada duygular kelimelere sığmıyor. Öylesine yüksek, öylesine yüce duygular, bunlar. Her biri, buğulu dalgalar halinde kalbime, ruhuma ve gönlüme doluyor. Ulu Önderimiz Atatürk'ün, Çanakkale Şehitleri için bir anıt yapılmasını isteyenlere verdiği şu cevap, sanırım, bu bölümde baştan beri dile getirmeye çalıştıklarımı özetleyen en güzel ifadelerdir: "Biz Mehmetçiğimizi anmak için büyük, çok büyük anıtlar yapmalıyız. Fakat, bu bir imkân ve zaman meselesidir. Ancak, seni tatmin için söyleyeceğim ki, bu toprakların o zamanki Türk hudutları içinde kalması ile Mehmetçik, en büyük anıtı bizzat kurmuştur."

Yine Atatürk'ün şu sözleri, hem en güzel bir tarih tanımı, hem de tarih yazanlara bir uyarıdır:

"Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır."

Değerli bilim adamlarımızdan Rahmetli Prof Dr. Muharrem ERGİN'in şu cümleleri sanki Atatürk'ün yukarıdaki özdeyişinden esinlenerek yazılmış gibidir. O da ders veriyor, o da uyarıyor:

"Tarihin tarih olması için, onu yapan gibi yazana da ihtiyaç vardır. Türkler tarihi daima iyi yapmış, fakat onu her zaman yazamamışlardır. Çanakkale'de ise hem tarih mükemmel şekilde yapılmış, hem de mükemmel şekilde yazılmıştır... Tarihin sinesinde 71 senedir bir Çanakkale Abidesi yükselmektedir. Bu muhteşem abide iki kanatlıdır: Biri kılıç, diğeri kalemdir. Kılıç, Mustafa Kemal; kalem, Mehmet Akif’tir... Bu kılıç ve kalem sayesinde şanlı Çanakkale Zaferi, Türk milletinin gönlünde ebedi bir şekilde abideleşmiştir." (Milli Kültür-Aralık 1986-s.2)

Çanakkale tarih, Çanakkale destan... Her iki halde de onu çok iyi okumamız gerekmektedir. Bu, hem bizi yeryüzünden silmek isteyen düşmanlarımızı bilmek, hem yeniden kara günler yaşamamak, hem şuurumuz hem de haysiyetimiz için gereklidir. Değerli tarihçilerimizden Rahmetli Cemal KUTAY, değerli bir eserinde, tarihin nesillerin elle tutulmaz, gözle görülmez hayatını birleştiren büyük ilim olduğunu belirttikten sonra, onun ders olabildiği yerde başladığını, masal sayıldığı yerde bittiğini ifade etmektedir. Demek ki daima ilgili, daima bilgili, daima şuurlu, çalışkan ve uyanık olmamız gerekiyor. Zira, günümüzün iyi söylenmiş bir sözü var. Deniliyor ki: "Tarihini bilmeyen milletlerin coğrafyalarını başkaları çizer." Ve yine unutmamalıyız ki: "Barış zamanında ne kadar çok ter dökersek, savaş zamanında o kadar az kan dökeriz." Çanakkale deyince, duygularımız o kadar yükseliyor, düşüncelerimiz o kadar derinleşiyor ki, bunları ifade etmeye ne sayfalar ne de ciltler dolusu kitaplar yeter. En iyisi, sözü, yazdığı şiiriyle Çanakkale'deki şehitlerimize ayrıca bir abide kuran derin hisli şairimiz Mehmet Akif ERSOY'un yıllar sonra yine aynı duygularla yazdığı şu uyarıcı mısralarıyla bitirelim:

Gök kubbenin altında yatar al kan içinde,

Ey yolcu! Şu topraklar için can veren erler,

Hakk'ın bu veli kulları taş türbeye girmez;

Gufrâna bürünmüş, yalnız Fâtiha bekler.

(Nihat Sami BANARLI, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, s. 1161)

Bu duygularla, Çanakkale'de ve uzak yakın bütün zamanlarda, vatan yolunda canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmetle anıyor, hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

 

18.03.2016