Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim ve Milli Savunma Eski Bakanı İsmet Yılmaz AKP'ye oy verenlere cennet müjdesi vermişti. Buna şimdi bir yenisi daha eklendi.

AKP Şanlıurfa Milletvekili Kasım Gülpınar AKP'ye "oy verenden Allah hesap sormaz" vurgulu bir söylemde bulundu.

Buna benzer üfürmeler bırakın milletvekillerini il ilçe başkanlarının ağzında bile savrulur hale geldi.

Bunların bu sömürü sözcüklerini günlük yaşamlarına sokmaları gayet doğal. Çünkü çıkarları onu gerektiriyor. Bilgileri de o kadar.

Benim ilgimi çeken konu başka !.. Diyanet İşleri Başkanlığı kapandı mı yoksa kurum yaşıyda başında kimse mi yok ? Ya da başında biri var da suskunluk hastalığına mı tutuldu ?

Konuş Diyanet İşleri Başkanı Profesör Ali Erbaş Bey !

Bizim dinimizde siyasetçi affetme, yalana riyaya ışık tutma, bu gibilere kol kanat germe var mı ?

Bu ülkede sizi dişine takıp götürecek ilahiyatçılar var. Onlar bu yapılanların dinimize " şirk koşmak" olduğunu söylerken siz neredesiniz ?

Fesli Kadir'e ziyarete makam arabanızla çiçeklerle koşarken dinimize yapılan bu saygısızlıklar karşısında söyleyecek hiçbir şeyin yok mu ? Zatınızdan beklediğimiz, bu söylenenlerin dinimizde yeri varsa açıklayın biz bu adamlardan özür dileyelim.

Eğer bunlar dinimizde yoksa (olmadığını siz de biliyorsunuz biz de biliyoruz) kutsal dinimizi çıkar aracı olarak kullandırmayın. Böyle ucuz cennetçilik olmaz, olamaz deyin.

Eğer bunları söyleme özürlüsü oldunuz da nutkunuz tutuldu ise önünü açın da, bir başkaları söylesin.

Tokat Valisi Dr. Ozan Balcı daha 15 gün kadar önce kamu görevlileriyle yaptığı bir toplantıda kamu görevlilerine ülke çıkarı ve toplum çıkarı için "yapabileceğiniz şeyi yapmıyorsanız, sorumluluğunuz var" diyor.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Bey bu yapılanların dinimizi istismar olduğunu söylemek yetkiniz ve göreviniz olduğu halde bunu yapmıyorsanız sorumluluğunuz var demektir.

Eğer bu sorumluluktan siz kaçıyorsanız işi cesur yürekli gerçek ilahiyatçılara, gerçek din adamlarına devretmek bir erdemliliktir.

Bu Osmanlı döneminde de vardı. Cumhuriyet döneminde de hep oldu.

Çıkarlarına dokununca Osmanlı içinde bulunan yobazlar din elden gidiyçığlıkları ile ayaklanır genç ve dinamik padişahları tahtından ve canından ederlerdi.

31 Mart olayında (13 Nisan 1909) Derviş Vahdet, bu sloganla ayağa kalkmıştı.

1930'da Menemen'de Derviş Mehmet genç teğmen Kubilay'ın başını gövdesinden ayırırken aynı kudurmuşluklataya çıkmıştı.

1925'te ayaklanıp karakol basan askerlerimizi uykuda hançerleyen Şeyh Sait, din elden gidiynaralarıyla isyanı başlatmıştı.

Din elden gidiy diyen Şeyh Sait'e hakim soruy"bu ülkede ezan okunuymu ? Cevap, okunuyor. Bu ülkede namaz kılınıymu ? Cevap, kılınıyor. Bu ülkedeuç tutuluymu ? Cevap, tutuluyor. Peki başka ne istiyorsun deyince Şeyh Sait "yaptık bir kere" diyor.

Şeyh Sait'in isyanı dinle ilgili değil, düpedüz bir Kürt devleti kurma isyanıdır. Tabanı Kürt Teali Cemiyeti'ne dayanır. Asıl isyanı yönlendiren Şeyh Sait'in amca oğlu Seyit Abdulkadir'dir. Aldulkadir Osmanlı Devletinde Yargıtay başkandır.

İşte bunlara karşın Şeyh Sait, dar ağacında son sözü sorulduğunda "ben din uğruna ölüyorum" diyebilmiştir.

Yetti de arttı bile... üç kuruşluk çıkarlarınız için şu kirli ellerinizi kutsal dinimizin üzerinden çekiniz.