“Ekmeği ekmekçiden al, bir kuruş da fazla ver” gibi bir söz vardı. Yani işi erbabına, ustasına yaptırırsan aldanmazsın anlamına geliyordu.

Bu gün Sayın Salih Ertaçoğlu’nun bir yazısını okudum. Kırk yıl ihale işiyle meşgul olduğunu yazıyor. Bu süre içinde ne müfettişlerden, hatta ne sayıştaydan olumsuz bir uyarı almamış. Alnının akıyla emekli olmuş.

Yazıdan benim anladığım, ihalelerde Kamu, ihaleyi veren, ihaleyi alan olmak üzere üç unsur varmış. İyi bir ihalede de unsurların hiç birinin zarar görmemesi esasmış.

Yazar, ihaleyle ilgili “Yasaların tamamında, temel unsur veya şart “KAMU YARARININ” gözetilmesidir” diyor. Özellikle “Yap işlet, devret” ihalelerinde “İhaleyi alan, harcadığı parayı kaç yılda çıkarabileceğini hesaplar teklifini (ona göre) verir. O sürede tesisi, yapıyı kullanır. Ayrı bir ödeme olmaz. Süresi gelince yapıyı kamuya devreder. Bunun için de ihalenin şeffaf ve rekabete açık olması gerekir.”miş… Dolayısıyla kimsenin cebinden beş kuruş çıkmadan memleket bir esere kavuşmuş olur. Çünkü ihaleyi alan kişi, harcadığı para ve kârını işletme sırasında kazanıyormuş.

Ayrıca diyor yazar: “İhalelerde, gerek şartnameler hazırlanırken ve gerekse yapım sırasında kamu aleyhine değişiklikler ve zararlar, sebep olanlardan tahsil edilir hükümleri de geçerlidir.” Yani, şairin dediği gibi:

“Eğer çekemezsen gülün nazını

Ne dikene dokun, ne gülü incit.”

Bu yaşıma kadar ne ihale verdim, ne de ihale aldım. Bundan sonra böyle bir imkâna kavuşursam Sayın Salih Ertaçoğlu’nu kendime danışman seçeceğim, tabii kabul ederse. Gerçi açık seçik, güzel yazıyı okuduktan sonra danışmana falan hacet kalmadı ama n’oluur, n’olmaz hazırda işin uzmanı varken bilinmedik sularda yüzmek akıllıca değildir.