AZERBAYCAN ÇAĞDAŞ HİKÂYE ANTOLOJİSİ

Bu yazımızda Zeynelabidin Makas’ın yayına hazırladığı “Azerbaycan Çağdaş Hikâye Antolojisi”ni sizlere tanıtacak ve kitaptan kısa bir hikâye sunacağız.

Söz konusu olan kitap Kültür Bakanlığının “Türk Dünyası Edebiyatı” serisinin 19. kitabı olarak 1991 yılında 10.000 adet olarak basılmıştır.

Kapak düzeni Ümit Yüksel tarafından tasarlanan kitap 16x24 cm ebadında olup 22+729 sayfadan ibarettir.

Kitabı yayına hazırlayan Yrd. Doç. Dr. Zeynelabidin Makas 1952 Iğdır doğumlu olup bundan başka:

1-Türk Halk Hikâyelerinde Zaman

2-Türk Dünyasından Masallar

3-Çağdaş Azerbaycan Âşık Şiiri Biçimleri

isimli kitapları da bulunmaktadır.

Tanıtmakta olduğumuz kitabın sunuş yazısına Prof. Dr. Dursun Yıldırım şöyle başlıyor:

            “Azerbaycan Türkleri, bizim gibi Oğuz dairesine mensuptur. Batı Türkçesi’nin Doğu kanadını teşkil ederler. Azerbaycan Türkleri tarafından “ Azerbaycan Edebiyatı” tabiri yenidir. Daha önceleri “Azerbaycan Türkleri, Azerbaycan Türk Dili, Azerbaycan Türk Edebiyatı” tabirleri kullanılmaktaydı. Ancak Bugünkü (1991)Sovyet resmî görüşü içinde “Azerbaycan Edebiyatı” ve etnik ad olarak Azerî tabiri kullanılmaktadır. Amacımız farklı alfabeler içinde kendini Türk dili ile ifade eden yazar ve şairlerle Türkiye okuyucusunu tanıştırmak olduğuna göre, burada tabirler için alkHalk    Halk     

 ve şairlerle ve yanlış/doğru tartışmasına girmenin bizi bir sonuca ulaştırmayacağı açıktır. Okuyucu ile yazar ve şair arasına girmektense onları başbaşa bırakmak daha doğru olur, düşüncesindeyiz.”

Azerbaycan Çağdaş Hikâye Antolojisi adlı bu eserde Azerbaycanlı elli dört yazarın birer hikâyesi bulunmaktadır.  Kitaba dâhil edilen hikâyeler rastgele seçilmemiş, yazarların mevcut eserlerinden ilgili olanlar tarandıktan sonra alınmıştır. Buradaki gaye Azerbaycanlı hikâyeciler ile Azeri hikâyeciliğini Anadolu okuyucusu ile tanıştırmaktır. Bunu sağlamak için de Celil Mehmedguluzade’den başlayıp kronolojik bir sıra takip edilerek Vagıf Sultanhanlı’ya kadar elden geçirilen yazarlardan seçilen hikâyelerle zengin içerikli bir antoloji meydana getirilmiştir. Nitekim eserin giriş yazısını yazan Azerbaycanlı âlim Prof. Dr. Kasım Kasımzade de bu konuyu özellikle belirtmiştir.

Okuyucunun daha objektif bir mukayese yapmasını sağlamak amacıyla hikâyeler Azerî Türkçesiyle kitapta yer almakta olup eserin sonuna Azerice bir sözlük de ilave edilmiştir.

            Örnek teşkil etmesi bakımından kitaptan aldığımız Masallı ilçesinin Mollaoba köyünde 1923 yılında doğan âlim, şair ve yazar Gülhüseyin HÜSEYİNOĞLU’nun Ana isimli hikâyesini sunuyoruz.

 

ANA

Men, onun tez tez tenha gûşelere çekilerek ağladığını eşidirdim. Bir defe özüm de bunun şâhidi olmuş, ona teselli verme arzusu ile yanına getmiş,  lakin bir kemle de danışabilmemişdim. Ahı men ona ne deyebilerdim? Hamı ona “darıhma, al Leyla hala, mektup gelmeyende ne olar, yegin uzak yerdedir, Allah goysa özü geler” dedikleri halde, ona aynı sözlerle men  de teselli verebilirdim mi? Yoh, asla yoh! Bes onda gece-gündüz sızlayan kalbini nece soyutmalı idim? Bunları düşünende nitgim tutulur, üreyim şiddetle çırpınırdı. Leyla hala bizim gonşumuz idi. Yaralanıp cepheden gayıtdığım günden beri o, hemîşe bize gelip geder, menimle söhbet etmeyi çok severdi. Men ise onu her defe görende derdim tezelener, bir anda başımın üstünü keder bulutları alardı. Leyla hala bu kimi durumlarda üzüme diggetle bahar, gussemin asıl sebebini bilmediyinden, ince ve mihriban sesi ile mene teselli verirdi.

            Ana senin boyuna gurban, darıhma, igidin başına çoh işler geler, oğul, şükür Allah’a ki, sağ-salamat gelip çıhmısan!.. Yaraların da sağalıp... biraz zayıfsan, ne olar, o da düzeler, yeter ki, canın sağ olsun!..

Bir gün bahçamızdaki gocapalıt ağacının kölgesinde uzanıp kitap ohuyordum. Birden ürek yahan, yanıklı bir ses meni kitapdan ayırdı. Dinlemeye başladım; kim ise ağlayır, hazîn hazîn bayatı deyirdi.

Ezizim Balaban’ı

Asta çal balabanı.

Hamının balası geldi,

Bes menim balam hanı?..

 

Tüylerim ürperdi, bedenime yayılan üşütme iliklerime işledi. Tâlihinden yanıklı yanıklı şikâyet eden bu gadın sedâsı mene tanış geldi. Ayağa durup gomşu hayata bahdım; ağlayan o idi. Leyla hala. O, evlerinin gabağında oturup, tohuduğu çorabı gözyaşları ile ısladırdı. Bu hal, meni son derece müteessir etdi. Onun yanına gitmek istedim, ele bu vaht bir sahsağan uçup, Leyla hala ile bizim bağımızı ayıran hendeyin üstündeki garağaca gondu ve gığıldamağa başladı. Gulağına kuş sesi deyen Leyla hala, gafleten yuhudan oyanan adamlar kimi, tez başını galdırdı ve şad heberler müjdecisi sahsağanı görüp sevindi. O, ayağa galhdı ve çohdan ahtardığı kuşa heyacanla müracaat etdi:

            -Ey nisgilli anaların hoş müjdecisi sahsağan, eger balam gelecekse, yerini deyişdir; sahsağan, yerini deyişdir...

            Sahsağan ise budagda oturup, yerinden terpenmirdi.

Ana kalbi daha dözebilmir, bütün dertlerini açıp ona söyleyirdi:

            -Ahı men anayam, sahsağan, balam gelecekse, yerini deyiş, eşidirsen mi? Yerini deyiş...

Sahsağan gonduğu ağacda itinasız oturup, ganatlarını oynadırdı. İntizar ana ise, mahzûn bahışlarını ondan çekmeyerek ümidle gözleyirdi. Onun bu hali ve yalvarışları meni son derece müteessir etdi. Ağır düşünceler içinde çırpınırken, birdenbire haradansa ağlıma bir fikir geldi: sahsağanı uçurtmak. Ele bu maksatla da bürünüe bürüne garağacın altına geldim ve yeden bi daş götürüp atdım; kuş uçdu. Bu an elebil ananın da kablinden keder uçdu, onun gözyaşları gurudu, rengi açıldı, titreyen dodaglarına tebessüm gondu...

Men onun sevincle “şükür, şükür” deye eve girdiyini görüp, yapdığımdan razı bir vaziyetde geri döndüm.

Bu hadise  aynı şekilde sabah da devam etdi. Yazık Leyla hala oğlunun sağ olduğuna inanır, daha ağlamırdı.

Ancak men, onu aldatmağıma peşman olmuş, vicdan azabı çekmeye başlamışdım. Leyla halanın günahı ne idi, niye men hegigeti ondan gizledirdim? Cephe dosdumun hâhişini, son sözlerini, vesiyyetini yerine getirmemekde men haklı idim mi? Bu sualler dâima meni düşündürür, kalbim sıhır, ezirdi.

Sahsağanı uçurtduğuma teessüf edirdim. Ancak ne etmek olardı, artık geç idi, kuş bu işe örgeşdiyinden, Leyla halanın nevâzişkâr sesini eşiden kimi kanat açıp fezalar uçar, ana sevinir, men ise geherlenirdim.

İsti Ağustos günlerinde biri idi. Hayatda oturup söhbet edirdik. Birneçe gonu-gomşu, tanış-bilişimiz bize toplaşmışdı, Leyla hala da burada idi. Biraz söhbetten sonra emim üzünü mene tutup, cephede olup bitenlerden danışmağımı hâhiş eledi. Men, oturanları birer birer nezerden keçirip, daha çoh Leyla halaya bahdım. Onun dâima yollar esiri olan hasretli bahışları bir an mene zillendi. Men, nedense tereddüt edip, danışmak istemirdim. O, bunu hissetdiyinden, yavaş ve titrek bir sesle dedi:

-Danış, oğlum, danış, şirin söhbetinle ana kalbini dindir.

-Eziz dostlar, gulag asın, size gehremen bir ellimiz bâresinde danışacağam. Deyerek, söze başladım…

Men evvelce, onunla ilk defa nece görüşdüyümden, çiyin çiyine vuruşduğumuz savaş meydanlarından, onun cesaretinden nakl edip, sonra asıl metlebe keçdim:

            -Biz cepheye getdiyimiz zaman birbirimizden ayrılmamaya and içmişdik. Lâkin amansız ecel bizi ayırdı. Şiddetli vuruşmaların birinde dostum köksünden yaralandı ve bir an içerisinde yıldırım çarpmış ağaç kimi yere serildi. Men, tez özümü ona yetirdim. Dostumu gan aparırdı. Tez başını yerden galdırıp dizlerimin üstüne aldım, ellerimle saçını sığalladım. “Sen ne edirsen, dostum, kalk yaran çoh da ağır deyil, keçip geder” dedim. “Yoh… Mene teselli verme… Dostum… Senden bir hâhişim var: Vetene dönsen, bize gedip gözü yol çeken anamın gözlerinden öpersen… Deyersen ki, veten evladı eve dönende… o, yollar üste durup meni gözleyende… Bes menim balam hanı…hanı? deyerek ağlamasın…”

Dostum bu sözleri deyip daha danışmadı, şefget bacıları yetişene geder dizlerimin üstünde can verdi.

Biz, onu hörmetle defn etdik. Onun cephe yoldaşları, onun ganını yerde goymayacaklarına dâir and içtiler. Men de onun cenazesi garşısında diz çökerek and içdim.

Sözümü gurtarıp Leyla halaya bahdım. Onun gözleri yaşarmışdı, sinesi aramsız galhıp enirdi. O, gözlerimin içine bahır, odlu bahışları ile meni sarsıdırdı. O bahışlar mene neler söyleyirdi? Men, Leyla halanın gözlerindenkalbini aydınca ohuyurdum. Buna göre de onun ızdırapları garşısında “O, senin oğlundur, ana , icâze ver gözlerinden öpüm” diyebilmedim ve üzümü emime tutup:

-Emi can, indi de görüm bele bir oğulun anasına ağlamak yahışar mı?

Emim, sualımın asıl mânâsını anlayıp, derinden köksünü ötürdü, Leyla halanı süzerek:

-Yoh, oğlum, yahışmaz; heç yahışmaz! Deye, cavap verdi...

Bu ehvalatdan sonra men hergün Leyla hala ile üzüze gelirdim. O, hemîşe aynı bahışlarla mene bahır, mahzun bahışları ile “balam hanı?” deyirdise de, sorulmağa dili varmır, cesareti tükenir, gorhudurdu!

Beli, o gorhudurdu... gorhudurdu... çünkü ana idi!

1944

 

SÖZLÜK

Özüm: kendim

Darıhmak: üzülmek

Yegin: mutlaka, elbette

Bes: peki, o halde

Gayıtmak: geri dönmek

Hemîşe: her zaman, daima

Gusse: gam, keder

Sağalmak: iyileşmek

Balaban: üflemeli çalgı

Bala: yavru, çocuk

Terpenmek: kımıldamak, hareket etmek

Ahtarmak: aramak

Nisgil: yürek ağrısı, dert

Dözmek: katlanmak, tahammül etmek

Hardan: nerden

Elebil: sanki

Hahiş: rica, istirham

Nevâziş: okşama, yakınlık gösterme

Geher: kahır, üzüntü

İsti: sıcak

Birneçe: birkaç

Üz: yüz, yön

Bâresinde: hususunda, hakkında

Çiyin çiyine: omuz omuza

Aparmak: götürmek, alıp gitmek

Sığamak: okşamak

Şefget bacıları: hemşire, hasta bakıcı

Aramsız: ara vermeden

Od: ateş

Bele: böyle

Ötürmek: geçirmek, bırakmak

Ehval: hal

Beli: evet, tamam