Köyüm Darıdere, dün üreticiyken bugün tüketici durumuna geldi. Güzel yurdumun bir çok köyünde bu durum var. Bu durum ülkemiz adına üzücü elbette. Şimdi sizlere özet olarak köyümün tarihi hakkında bildiklerimi, hatırladıklarımı yazacağım.

Darıdere Niksar’dan Reşadiye’ye giderken Niksar ilçesi sınırından başlar, Çakmak köyünde biter. Kelkit vadisi kenarına sıralanan altı mahalleden oluşur: Doğudan batıya doğru Katırcıoğlu, Askerağa, Halaç, İdris, Kavlağan ve Arım. İlk mahalleden son mahalleye mahalleler arasın yolla on - on beş kilometre vardır. Köy adını çok üretilen susuz yerlerde yetiştirilen kırmızı mısır ve dere üzerine kurulmasından alır. Köyümüzde bu mısıra darı denirdi.

Köye ilk yerleşenler İran’dan gelen Türkmenlerdir. Mahalleler bunlarla ilgili isimler almış. Dört mahallenin ismi oralara sonradan gelenlerle değişirken Halaç ve Arım onların verdiği isimlerle yaşıyor. İranlılar Tokat dahil Türkiye’nin on altı iline göçmüşler. Darıdere’ye gelenler de bunlardan olmalı.

Katırcıoğlu Mahallesi: Katırcılık yapan bir kişi buraya yerleşince bu ismi almış. Soyundan gelen Mustafa Erol’da bu isimle anılırdı. Mahallenin ileri geleniydi. Yıllarca muhtarlık yapmış. Bu soydan olanlar yaşarken Tavukçuoğlu denen bir soy daha gelmiş.

Askerağa Mahallesi: Bu isimle tanınan bir kişi Halaç Mahallesinde yaşarken uyanıklık yapıp uygun yerleri araziye çevirmiş. Askerağa hem Halaç’ta hem bu mahallede yaşamaya devam etmiş. Benim yetiştiğimde Mehmet Ağa mahallenin en varlıklısıydı. Kadir kıymet bilen hoş sohbet bir adamdı.

Halaç Mahallesi: İranlı Halaç soyundan birileri buraya yerleşmiş ve bu isimle de kalmış. Kelkit vadisinde bölgenin çetesi Memük Kahya bu yörenin hakimiymiş. Yoldan uzak ve sırt üzerine kurulduğundan burada oturmuş. Her türlü zarar verecek güçlerden böylece korunmuş. Bugün mahallenin sakinlerinin atası olan Ordu Gölköy’den Hasan Usta gelmiş. Yedi oğlu üç kızı varmış. Memük Kahya’nın var olan iki kızı ile Hasan Usta’nın Askerağa ve Ahmet adındaki oğulları evlenmiş. Mahallenin en güzel arazisine bunlar sahip olmuş. Çocukluğumda Hasan Usta’nın gelen yedi

oğlunun soyu yaşıyordu. Bunlar Taşkafalar, Kösegil, Osmangil, Kocamangil, Ahmetgil ve Askerağalar idi.

İdris Mahallesi: Mahalleye gelen İdris’in ismi verilmiş. Bunlar Özen soyadı ile anılır. Çoğunluğu bunlar oluşturuyor. Karaçobanlar adıyla anılan Vayipgil’de var ayrıca. Şamoğulları adında bir grupta göçerliği bırakıp buraya yerleşmişler.

Kavlağan Mahallesi: Mahalleyi ikiye bölen derenin kenarındaki Çınar ağaçlarından almış adını. Kavlağan denirdi bu ağaçlara. Gümüş soyadı ile anılan Aliağagil ve ÇobanAliler köyün en varlıklı aileleriydi.

Arım Mahallesi: Bu isimde İranlı Türkmenlerden kalmış. Ayrıca Arım inatçı, kafa tutan anlamını taşıyor. Buraya ilk yerleşen kişinin özelliğinden bu isim verilmiş olabilir. Benim yetiştiğimde Ömer Çağman köyün en varlıklı kişisiydi. Dumanlı’dan gelip yerleşen bir de Kamilgil vardı.

Altı mahalleden oluşan köyümüzün nüfusu 500 kişiyi buluyordu. Ataerkil aileler halinde yaşıyorlardı. Büyük şehirlere çalışmaya giden yoktu. Ailede her kişinin bir işi vardı. Aile çalışan ne kadar çoksa o kadar varlıklı olunurdu. Köyün para getiren meyveleri ceviz ve mahlepti. Adamı çok olan dağa taşa bunları diker ve daha çok hasat yapardı. Her ailenin bir çift öküzü ve en az bir ineği olurdu. Varlıklı ailelerde iki çift öküz ve sağılan inek ve mandalar vardı. Adamı çok olan keçi ve koyunu çok olduğundan otlatmak için aileden çoban çıkarırdı. Keçi ve koyunu az olanlar ücret karşılığı bunlara katarlardı. Sığırlar için ise her mahalle sığırtmaç denilen altı aylık çoban tutardı. Her sığır için belli ölçüde buğday verilirdi.

Tarım ürünlerinden en çok üretilen buğday ancak ailelerin ihtiyacını karşılardı çünkü tarlalar verimli değildi. Kışlık ihtiyaçları olan un, bulgur, yarma (aşlık), döğme (gendime) denilen ihtiyaçlar bu üretimden sağlanırdı. Ayrıca ekilen arpa ve fiğ hayvan yeni olarak kullanılırdı. Vatandaş tarlasının birine buğday ekerse birine de mısır yapardı. Yani nöbetle ekilirdi. Mısırlar olgunlaşmaya başlayınca hasadına kadar domuzdan korumak için gece beklenirdi. Hasat hep insan ve hayvan gücüyle yapılırdı. Sonbaharda da bir ay harman işleri olurdu. Buğdayın ekmeğe dönüşme serüveni o kadar meşakkatli bir iş idi ki o ekmeği elinize aldığınızda kutsal bir nesneye dönüşürdü. Yere düşen ekmeği alıp yüksek bir yere koymak gibi ekmeğe gösterilen bu özel saygının arka planında işte bu emeğin rolü vardır.

Sebze olarak en çok domates ve fasulye üretilirdi. Yaz boyunca sebze ihtiyacı karşılanırdı. Bunların bir miktarı da pazarda satılırdı. Kışlık salça yapılırdı. Fasulye kabuklu olarak kurutulup -kapçuk denir buna- kışın da tüketilirdi. Bir metre boyunda küplere turşusu kurulurdu.

Hasadın bitiminden sonra kışlık yakacak derdi başlardı. Eşek ve öküzlerle ormandan odun taşınırdı. Karşımızda bulunan Erikbelen köyünün çam ormanından çıra getirilirdi. Gazyağının yaygın olmadığı o dönemlerde geceleri aydınlatma için kullanılırdı. Geceleri erken yatılır ama yatana kadar ileri gelenlerin odalarında sohbetler edilirdi.

Çalılık ve orman kenarındaki tarlalar genişletilirdi. Pelit denilen meşe ağaçlarının dalları kesilerek çatal ağaçlara yığılır kuruyan yapraklar kışın keçilere yedirilirdi. Kış boyunca hayvanlara bakılırdı. Keçisi olanlar iyi havalarda keçileri dışarı çıkartarak çalıların sürgünleri ve çatal ağaçlara yığılan kuru yapraklarla keçiler beslenirdi. Bu yapraklar keçilerin kışın tek yiyecekleriydi. Kötü havalarda yaprakları sırtlarında getirerek yedirirlerdi.

Kışın kadınların işi daha zordu. Yemek, ev işleri, erkeklere yardım belli işleriydi. Baharda dokunacak aba, çul, çuval, kilim ipleri eğrilirdi. Uyku dışında neredeyse boş zamanları yoktu. Sürekli bir şeyler üretirlerdi. İlkbaharda erkeklerin aba ve şalvar ipleri çul çuval kilim cecim ipleri tezgahta dokunurdu. Erkeklerin giydiği aba ve şalvarları köyün tek terzisi dedem dikerdi. Ücret vermezler elbiseler dikilene kadar dağdan odun ve keçiler için yaprak getirirlerdi. Pazardan erkek ve kadınlar için bez alınarak don ve gömlek gibi giysileri de kadınlar ellerinde yaparlardı. Kadınlar entari denilen giysilerinin kumaşını pazardan alır ellerinde dikerlerdi.

Haziran ayının başlarında köyde bulunan bine yakın mal iki bin kadar davarla yaylaya çıkılırdı. Ailenin yaşlı kadınları ile çobanlar bir ay sürecek yaylayı çok severlerdi. Mal davar sesleri yaylayı bir güzel şenlendirirken köy ıssız kalırdı. Altı mahalleden Katırcıoğlu, Asker ağa, Halaç ve İdris mahalleleri Hasandamı yaylasına çıkarlardı. Bu yayla daha kalabalık ve şenlikli olurdu. Kavlağan ile Arım ise öbür yaylaya çıkardı. Köyden mal davarın ulaşamayacağı otlaklarda otlatılırdı. Hasandamı yaylasından Halaç mahallesi görülüyordu. Dağda kalan sığırları araması için Kabaktepe’den Ataşkarı’nın (babaannem) bağırması ile sahibine haber verilirdi. Köyden bir haberi de Miççoğ lakaplı biri bağırarak haber verirdi.

Sığırlar sabah gider akşam gelirdi otlanmaktan. Davarlar ise sabah gider öğlen sağılmak ve yavruları ile buluşturmak için getirilirdi. Akşam ve öğlende sağılan sütler sadece yoğurt yapılırdı. Sabah mal davar gidince kadınlar yoğurtları ağaç yayıklarda çalkalayıp ayran yaparlar kışlık tereyağını çıkarırlardı. Ayranlar köyün meşhur yemeği mısır çorbası için köye gönderilirdi. Köye gönderilmeyen ayranlardan da kışlık çökelek yapılarak toprak küplere basılırdı.

Bütün Türkiye köyleri ürettikleri ile geçinirdi. Artanı da milletin ihtiyacı için kullanılırdı. Köyler zamanlar devlet desteği olmayınca ürettikleri ile geçinemez oldu. Gurbet yollarına düştüler. Böylece köyler boşaldı. Geniş yazsak roman olurdu.

Şu anda benim köyümde emekli olup gelen vatandaşlar yaşıyor. Köyler hep böyle nostalji mekanlarına dönüştüler. Burada yazdıklarım o kadar özet ki.. Şu anda bizim köy gibi köylerin çoğunda yukarıda yazdıklarımdan eser yok. Sonradan gelip yerleşenler şuraya bir kümes yapayım demiyor yumurtayı bile pazardan alıyorlar. Yarın ithal edecek ülke bulamayınca aç kalacağız. Temennim köylerimizin bir zamanlar el, bilek ve hayvan gücüyle yaptığı üretimi makineler yardımıyla daha da çoğaltarak yeniden üretici konumuna gelmeleridir. Tüm bunları anlatmamın arkasında bu temenni var. Bir ülke ancak üreterek zenginleşir. Burada aktardıklarımın yaşandığı zamanlarda evlerimizde ne elektrik ne de su vardı.. Şimdi elektrik geldi evlere su bağlandı ama insan yok. Bu ne kadar hüzünlü bir ironi. Belki bir gün bu durum değişir mi, bir gün gelir de köylerimiz yeniden insanlarla dolar mı. Umarım, inşallah..

Saygılarımla.

Mehmet Tapar

Emekli Öğretmen