Lâmi Çelebi (Mahmud) 16. asırda Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak döneminde Bursa’da yaşamış ve kendini kültür ve sanata adamış bir gönül adamıdır. Sultan Beyazıd, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın himayelerini görmüş, İstanbul davetlerine rağmen Uludağ’ın eteklerini tercih ederek değerli eserler yazmıştır.

Babası Nakkaş Ali Paşa Timur‘un Anadolu’yu istilası sonrasında Bursa‘dan Semerkant‘a götürmüştür. Orada kendini yetiştirmiş, Bursa‘ya döndüğünde ustalığını Yeşil Cami ve türbesinin iç dizaynında göstermiştir. Lami Çelebi babasından Semerkant‘la ilgili hikâyeleri dinleyerek bir kısmını bu eserine konu etmiştir

Latifeler eseri işte böylesine değerli bir şahsiyetin oğlu tarafından kaleme alınmıştır. Eser, şiirlerin ağırlıklıca verildiği fıkra, nükte ve şakalar üzerinedir.

Eserin aslı İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Yaşar Çalışkan tarafından sadeleştirilerek 1994 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nca Şark Klasikleri arasında yayınlanmıştır.

Bizim bu yazıyı köşemize konu olarak seçmemizin sebebi ise gittikçe yozlaşan toplumumuzda dolandırıcıların dün olduğu gibi bugün de azalmayıp çeşitli yollarla hâkimiyetlerini devam ettirmeleri karşısında uyanık olmayı öğütlemektir.

İşte eserde yer alan 147 nolu latife:

 

TARABEK-İ HORASANİ

Acem diyarının zenginlerinden bir tacir Arap diyarına gelir. Tedbil-i kıyafet edip görünüşünü değiştirerek, Kahire şehrinin bir köşesine oturur. Bir gece bin mısır dinarını bir araya getirip eğeden geçirir ve balık kursağı ile karıştırıp haplar eder. Güneşte kurutup bir torbayla alıp pazara gider:

  • Tarabek-i Horasani kim alır? diye attaristanda satışa çıkarır ve faydalarını sıralayıp:
  • Kalbe ferahlık, bedene sıhhat verir. Ruh ve cisme faydalıdır diyerek hakkında daha birçok laflar eder.  Sonunda bir attar:
  • Nedir şu görelim, deyip yanına getirtir. Acem de:
  • Alırsan yiğirmi akçeye veririm, diye baha biçer. Attar:
  • Gerçi bildiğim bir nesne değil, fakat faydaları çokmuş deyip sekiz akçaya ister. Velhasıl on akçeye tamamının pazarlığını eder. Acem de devredip kor gider.

 

                  BEYİT

Nice cür’etdür temaşa it bu merd-i hile ger

Satdı getdi bir çekirdek sime bin dinar-ı zer

             

            ( Bu düzenbaz adamı seyret, ne kadar cesaretlidir? Bir çekirdek kadar gümüşe bin altın dinarı sattı gitti.)

 

            Bir zaman sonra o Acem, efendi tavrı ile ortaya çıkar. Altın külçeler sarfederek büyüklerden geçinir.  “Kimya bilirmiş.”  diye dört bir taraftan sohbete ve hizmete çağırırlar. Hepsinin sohbetinden kaçınıp davetini reddeder. Arap melikleri her ne kadar üzerine düşüp ısrar ederlerse de bütün gayretleri boşa gider. Ne himayelerini kabul eder, ne verdikleri makama meyl eder, ne de bunlara kimya hakkında zerre kadar sır bildirir. En sonunda Arap beğleri kendilerine itaat etmediklerini görünce varıp Mısır sultanının kulağını bükerler. Sultan bu efendiye hürmet ve ikramda bulunup:

  • Bize bu kimya bilgisini öğretip göstermen gerekir. Bunun için memleketin bütün gelirlerini ve saltanatın hazinelerini sana teslim edeyim, der. Efendi:
  • Ey cihan şahı, devletinizde benim hazine ve definelere ihtiyacım ve hizmetinizde gelire ve haraca bir muhtaçlığım yoktur. Çünki ne zaman dilesem dünyanın malını toplayabilirim. Amma : “Etiullahe ve etiurRasule ve ülül emri minküm” (Allah’a Resulüne ve sizden olan başkana itaat ediniz) buyruğunca şimdi benim siz sultanımdan dileğim ve arzum,  bu sırrı başkalarına yaymamanız ve bu ilmi kimseye bildirmemenizdir. Ve bundan elde edeceğiniz bütün mal ve parayı Allah yolunda gazaya harcamanızdır. Böylece onun sevabından ben de hissedar olayım ve hâsıl olacak faziletlerinden pay alayım, der.

 

                    ŞİİR

Hak katında yücedür mertebe-i ehl-i cihad

Arş u kursi toludur menkabe-i ehl-i cihad

 

Tenğdür atlarının advine meydan-ı felek

Ceng için arz olucak kavkabe-i ehl-i cihad

 

Dem ü nak’i bularun kadr u şeref bulsa ne tan

Hak u hun içre durur maztabe-i ehl-i cihad

 

 

Yer yüzinde turuban kapladı mülk-i meleki

Asfiya zikri gibi debdebe-i ehl-i cihad

 

Alıcak hamd livasın eline Şah-ı Rusül

Olur, ol günde ayan mertebe-i ehl-i cihad

 

(Allah yolunda döğüşen İslam askerlerinin dereceleri Hak katında çok yücedir. Arş ve kürsi islem için harp edenlerin menkıbeleri ile doludur.

 

Allah yolunda savaşanların yıldızları cenk için arz olunca atlarına felek meydanı dar gelir.

 

Bunların kan ve tozları şeref ve değer kazansa şaşılır mı? İslam için savaşanların (cihad ehlinin) sofrası toprak ve kan içindedir.

 

İslam askerlerinin ihtişamlı gürültüsü temiz yaratılışlarının zikri gibi yeryüzünde dururken, (gökte) melekler mülkünü kapladı.

 

Allah yolunda savaşanların dereceleri, Peygamberler şahı Hazret-i Muhammed’in mahşer gününde, müslümanların altında toplanmaları için açacağı Hamd sancağını eline alınca belli olur.)

 

Sultanla bu şekilde yeminleşip, sözleşip anlaşırlar ve kimyanın sebeplerine girişirler.

            Efendi eline divit, kalem alıp falan ilaç, falan ilaç diye yazarken arada bir “Edviye-i filani Tarabek-i Horasani “ der. Ve bir kaç hacip getirdip ellerine bu ilaçlardan bir kaç parça verir.

  • Şunların güzidelerinden alın getirin, diyerek onları attaristana gönderir. Hacibler gidip gelirler. Cümle ilaçları bulup getirirler. Fakat yalnız Tarabek-i Horasani bulunmaz. Kimden sorarlarsa sorsunlar Tarabekin namı nişanı bulunmaz. Neticede sultana gelip buldukları devaları arz ederler. Amma:
  • Bu yerlerde hiç kimse Tarabek-i Horasani’nin ad ve şanından haber vermez, derler.

Efendi:

  • Tarabek bunun en önemli ve en mühim parçasıdır. Onsuz hiç bir iş olmaz. Ruhsuz cesed gibi o bulunmayınca bunlar da işe yaramaz. Belki, bir ihtimal Tarabek-i Horasani buralarda bulunmuyordur. Veya bulunuyorsa da başka, değişik bir adla anılıyordur. Sultan yalvarırcasına:
  • Efendi, kendileri bizzat her ne kadar zahmet ise de, bir kaç hacible attaristana gitse, ilaç ve deva için kullanılan her ne kadar ot ve kök varsa ortaya getirdip görse?

 

            Efendi çaresiz bu maksadla gidip yanına aldığı haciblerle attaristanı baştanbaşa arayıp tarar. Neticede bir zamanlar Tarabek sattığı dükkâna gelir. Onun da bütün ilaçlarını bir bir ortaya getirdip görür.

 

            Sonunda o sattığı Tarabeki bir köşede, torbada üstünde “Tarabek-i Horasani” yazılı bulur ve sevinçle:

  • Hamdolsun, der. Sonra sultanın huzurunda oturup bir hizmetçiye emreder. Ve şunu şöyle, bunu böyle böl ve dağıt, diye söyler. O zaten yanıp uçan maddelerden yapılmıştır. Ateşe attırınca yanıcı kısımları yanıp uçar. Geriye halis altın kalır. Böylece sabaha kadar bin dinarlık altın elde eder. Sultan bu durumu görünce sevincinden yerinden fırlar. Efendiye binlerce hizmet ve hürmetlerde bulunur.

             

                  ŞİİR

Hırs-ı zerdür düşüren âkili dürlü eleme

Murg zirek tutulur dane ile dam-ı gama

 

Sim ü zerdir bu cihanun kamu gavga vü gamı

Eksik olmaz bir elem dayim esir-i eleme

 

 Alemün her ki baka dursa fenasını görür

Akil oldur ki bunun saya vücudın âdeme

 

(Akıllıyı türlü elemlere düşüren altın hırsıdır. Zeki kuş yem ile gam tuzağına tutulur.

 

Bu dünyanın bütün tasa ve kavgası altın ve gümüş içindir. Daima elemler esiri olana bir üzüntü az gelmez.

 

Her kim (dikkatli) bakarsa dünyanın yokluğunu görür. Akıllı kimse bunun varlığını yokluğuna sayandır.)

 

Sultan Acem’den Tarabek’in aslını ve nelerden yapıldığını sorar. Efendi:

  • Ey saadetli padişah! Bu Tarabek’in ocağı Horasan çölünde Yemkan dağındadır. Bu, toprağın derinliklerinde, mezar çukurunda hâsıl olur. Kendisini buna adayan ve yalnız bunu iş güç edinen kimseler bulur. Ve zamanında çıkarıp alır. Zira onun en iyisi zeminin dibinde bulunup, güneşi görünce bu hali alır. Eğer sultanın sevgisiyle kulunuz buraya bağlı olmasaydı, ondan, vaktinde gidip yüklerle çıkarıp getirirdim. Ve sultan hazretlerinin arzusunu gerçekleştirip Karun gibi zengin ederdim. Amma hüküm sultanımızındır ve âlem onun buyruğunun kuludur. Birkaç kulları ile buyursun, varıp o diyardan onu bol bol çıkarıp getirsinler, der. Sultan:
  • Bu iyilik ve yardım yine senden olur. Yoksa onu avamdan biri nasıl çıkarır ve nereden bulur? der.

           

            Efendi sonuna kadar direnip gitme taraftarı olmaz. Fakat neticede çaresiz (!) kalıp razı olur. Ve sadece “sultanın hatırı için” kabul eder görünür. Sultan emr eder, Efendi’ye Horasan’dan Tarabek getirmesi için iki yüz ateş gözlü, yel ayaklı eşsiz deve verir.

 

            RUBAİ

Güneş gibi kamunun rahtı zerden

Geçer sür’atde seyr etse kamerden

 

Sehab gibi katar olup çekilse

Şebi öğdil alur bad-ı seherden

 

(Hepsinin atlarının takımları güneş gibi altındandır. Yürüseler hızda ayı geçerler.

Bulut gibi katar olup çekilse, gecesi seher yelinden armağan alır.)

 

            Ve bu develeri İskenderiye ve Mısır’ın çeşitli ipek kumaşları ve çeşit çeşit süslü malları ile donatırlar. Ayrıca yiğirmi adet hizmetçi delikanlı ile on tane şeker sözlü, gül yüzlü bakire kız verir. Kısacası Efendiyi büyük hürmet ve ikramlarla; yiyecekler, hizmetçiler, çadırlar, elbiseler ve rahvan atlarla civarın hükümdarlarına da nağmeler yazarak Horasan’a gönderir.

            O sultanın bulunduğu şehirde ince yaratılışlı, kibar bir adam vardı. Her kimin başına böyle bir hal gelse yazıp defter tutardı. Ve toplantı yerlerinde başkalarına anlatırdı. Bu hikâyeyi duyunca defterin en başına: “Ahmakların reisi sultan Nureddin Mahmud bin Zengi” diye yazdı. Pek az sonra bu haber, Sultanın kulağına yetişti. Bir adam göndererek onu çağırttı. Gelince padişah bu defter tutma hikâyesini kendisinden sordu:

  • Beni ahmakların reisi diye yazmışsın, doğru mu? dedi. O adam:
  • Hazret-i sultanı nasıl ahmakların reisi yazmıyayım?  Ki, bir Acem geldi, bin dinarlık altına yüz bin dinar altın aldı gitti. Sultana o adamın sözü hoş gelip:
  • Eğer o adam geri gelir, bunca yük Tarabek getirir ve bunlardan binlerce altın dinar elde edersek durum nasıl olur? Adam:
  • Eğer durum Sultanımın dediği gibi olur ve Acem geri gelerek hazret-i Sultana hesapsız mal ve zenginlik kazandırırsa, o zaman Sultanın ismini defterden kazıyıp yerine o şahsın adını yazarım. Çünki, bunca mal ve paraya sahip olmuşken geri gelip Sultanın yanında kul ve hizmetinde köle olursa, yeryüzünde ondan ahmakı olmaz, der.

 

            MESNEVİ

           

Ayn-ı aklun perdesidür hırs u az

Akil isen sanmağıl bu hırsı az

 

Dane hırsıdur tuyurı dam iden

İsmet ehlin hırsdur bed-nam iden

 

(Hırs ve tamah akıl gözünün perdesidir.  Akıllı isen bu hırsı az (önemsiz) zannetme.

Kuşları tuzağa düşüren yem hırsıdır. Namuslu kimsenin ismini kötüye çıkaran hırstır.)