Türk tarih profesörü, bürokrat ve kültür adamı Ahmet Haluk Dursun, 19 Ağustos 2019’da geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi. Kültür Bakan Yardımcısı görevini de sürdüren Dursun, “Nil’den Tuna’ya”, “İstanbul’da Yaşama Sanatı” ve “İncir Çekirdeği” kitaplarının da yazarıydı.

Milli Savunma Üniversitesi Rektörü tarihçi-yazar Erhan Afyoncu, Prof. Ahmet Haluk Dursun’u anlatırken, “Türkiye’nin kültür hafızasıydı. Devlet aşığı, kültür aşığı, İstanbul aşığı bir hocamızdı. Türklerin gezmeyi çok sevmemesinin tersine Evliya Çelebi gibi seyahati çok severdi. Bu seyahatlerinde Kaşgar’dan Prizren’e kadar Türk kültürünün izlerini arayan bir insandı. Hepimize de bunu gösterdi. Yani biz tarihçiliği sahada gezip görmeyle birleştirmeyi Hoca’yla öğrendik. Çok istifade ettim, birçok yeri onun sayesinde gördüm. Ömrü boyunca inandığı değerler uğruna mücadele etti. En son Ahlat’ta da hiç durup yorulmadan kendi zengin kültürünü bugünlere taşımak için mücadele ederken vefat etti. Mekânı cennet olsun…” ifadelerini kullanıyor.

Yeniçağ gazetesi yazarı Orhan Uğuroğlu da 21 Ağustos’taki köşesinde, “Makam odasında çiftleşmeye izin veren bakan” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Uğuroğlu, köşesinde, Haluk Dursun'un kendi kaleminden bir hikayesine yer verdi. Dursun'un Topkapı Sarayı'nda müdürlük yaptığı dönemde başından geçenleri anlattığı yazısında; Dursun, makam odasına yuva yapan kumruların rahatsız olmadan yaşaması ve çiftleşmesi için odasını başka bir yere taşıdığı ve bunun için de Ankara'dan “Kuşların yuvası dağıtılsın, makama sahip çıkılsın” uyarısıyla karşılaştığını anlatıyor. Orhan Uğuroğlu'nun yazısı şöyle:

“Hem bürokratik zihniyet hem de gerçek bir aşk hikâyesi…”

“Bugün köşemi çok duygulandığım gerçek bir yaşam hikâyesine ayırdım. Trafik kazasında hayatını kaybeden Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Ahmet Halûk Dursun, Topkapı Sarayı Müdürlüğü yaptığı dönemde makam odasını "çiftleşmek" isteyenlere izin vererek odasını nasıl terk ettiğini şöyle anlatmıştı: 'Aslında bu olayı emekli olup, köşeme çekildikten sonra yazmayı düşünüyordum. Çünkü biliyordum ki, ben yine çenemi (kalemimi) tutamayarak zülf-ü yâre dokunacağım... Ama o dönemde yaşananları anlattığım bir dostum çok ısrar etti, ‘bunu mutlaka yazman lazım’ dedi. Ben de hikâyenin içinde hem bürokratik bir zihniyet hem de gerçek bir aşk hikâyesi bulunduğu için saray tarihine bir kayıt düşürmeye karar verdim...

Kimse ısrar etmesin isim vermeyeceğim. Topkapı Sarayı'nda müdürlük yaptığım dönemde, makam odamda otururken bir kumrunun açık pencereden girerek avizenin etrafında uçtuğunu gördüm. Hiç kımıldamadan seyretmeye başladım. Kumru sanki tavaf eder gibi odanın her tarafında dolaştı, avizenin üzerine kondu, bir süre oturdu. Sonra geldiği gibi uçup gitti. Biraz sonra yanında başka bir kumru ile tekrar geldi. Bu sefer sanki bir ev (saray) sahibi edasıyla onu gezdirdi. Yeni geleni elinden, (kanadından) tutar gibi aldı ve avizenin içine oturttu. Bir süre koklaştılar. Sonra uçup gittiler.

“Makam odamı onlara bırakıp küçük odaya geçtim”

Ertesi gün ikisi birlikte ağızlarında dal parçacıkları ile geri geldi ve avizenin içine bir yuva kurmaya başladılar. Yuva birkaç gün içinde kuruldu. Ben olup biteni hiç ses çıkarmadan izliyordum. Dişi kuş yumurtlama hazırlığı yapıyordu. Galiba onlar da beni izliyordu ki, hiç tedirgin olmuş gibi görünmüyorlardı. Buna karşılık dışarıdan odaya başka birisi girince, hemen ürküp pencereden kaçıyorlardı. Baktım olmayacak, makam odamı onlara bırakıp hemen karşıda bulunan küçük bir odaya geçtim.

Bir gün televizyon çekimi için Topkapı Sarayı'na gelen gazeteci dostum rahmetli Savaş Ay, ‘Hocam niye bu küçücük odada oturuyorsun?’ diye sordu. ‘Ben hâlden anlarım, bir kumru arkadaşım sevgilisine, -ben seni saraylarda yaşatacağım- diye söz vermiş, insan yuva kurana yardımcı olmaz mı’ dedim. ‘Hocam ne olur göster şu yuvayı bana’ dedi ve kapıdan odadaki yuvanın fotoğrafını çekti. Ertesi gün beni Ankara'dan arayan arayana... ‘Derhal makam odası açılsın, kumruların yuvası dağıtılsın, saray bakımsızlıktan perişan olmuş görüntüsü verilmesin!’ dediler. Meğer Savaş Ay haber yapmış bizim kumru hikâyesini... Hemen aradım, ‘üstat sen ne yaptın’ dedim. ‘Hocam bu kadar güzel malzeme (haber) buldum, yazılmaz mı Allah aşkına’ dedi. ‘Gazetede sabah toplantısında anlattım, herkes ayağa kalktı ve seni alkışladı’ diye ilave etti.‘Sadece gazete değil, Ankara da ayağa kalktı sayende’ diye cevap verdim. Şimdi ne yapacaktım? Çifte kumrulara kol kanat gerip onların saadetlerini korumaya mı çalışacaktım, yoksa odayı kullanıma açarak bir yuvanın dağıtılmasına mı neden olacaktım? Bir şekilde ya ben makamı ya da o kumrular makam odamdaki yuvalarını kaybedeceklerdi. Akşama kadar Bakanlıktan beni aramayan kalmadı... ‘En azından yumurtadan yavru kuşlar çıksın, uçup gidene kadar bekleyelim’ diye düşündüm. ‘Ben yuvayı almam, siz beni görevden alın isterseniz’ dedim. Ertesi gün yuvaya bakmaya gittim ki ne göreyim, yuva yerinde duruyordu ama kumrular yoktu.

“Muhakkak ki biz de bir gün bu makamlardan uçup gideceğiz…”

Yuva yerinde durmasa, ‘birisi kuşları ürküttü, kovaladı’ diyecektim. Halbuki yuva yerli yerinde duruyordu. Kumrular sanki durumu hissetmiş ve sessizce çekip gitmişlerdi. Bir daha da hiç gelmediler. Ben daha sonra Topkapı Sarayı'ndan Müsteşar ve Bakan Yardımcısı olarak Ankara'ya gittim. ‘Kuşların yuvası dağıtılsın, makama sahip çıkılsın’ diyenlerin ise hiçbirisi Bakanlıkta makamlarında kalamamıştı. Muhakkak ki biz de bir gün bu makamlardan uçup gideceğiz. Kuşlar ise hep sevmeye, uçmaya ve yuva kurmaya devam edecek…' Prof. Ahmet Halûk Dursun mekânın da makamın da inanıyorum ki Cennet oldu. Yalan dünyadan gerçek dünyaya "uçup, gittin" ruhun şad olsun hocam… Ruhun şad olsun meslektaşım, kardeşim Savaş Ay…”

Ve gençlere 15 nasihat…

Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun’un vefatı üzerine bir yazı yayımlayan Yeni Şafak Gazetesi ise bilge hocanın gençlere 15 maddelik nasihatte bulunduğunu yazdı. İşte o nasihatler:

“Sevgili gençler, gözümüzün bebeği, geleceğimiz gençler, ne olur: Birincisi: Meraklı insan olun. Öğrenmenin başı merak etmektir. Üzerinize vazife olmayan şeyleri de merak edin. Başta, tabiatı merak edin. Mesela, barajlardaki su seviyesini, buğday rekoltesini, fındık taban fiyatlarını, bu sene gelen turist sayısını, en çok hangi filmin izlendiğini, en fazla hangi kitabın sattığını, hangi müzenin gezildiğini, arkeolojik kazılarda neler bulunduğunu, nerenin nesinin meşhur olduğunu merak edin. İkincisi: Bir merakınız olsun. Güzel sanatlarla ilgili bir merakınız olsun. Şiir yazamasanız bile ezberleyin. Koleksiyoner bir ruha sahip olun.

Üç: Soru sorma alışkanlığı edinin. Doğru adama, doğru soruyu sorun! Bizim millet “Bilmiyorum” demez. Dört: Öğrenmeye doymayın. İşi, konuyu sadece ehlinden dinleyin. Kesin karar vermeden önce şüphe edin. Beş: Takipçi olun. Konularınızı, işlerinizi takip edin; kendi haline bırakmayın. Hele, kendi işinizi başkasına hiç bırakmayın. Altı: İşlerinizi önem sırasına göre sıralamayı bilin. En önemsiz işine en önemli iş gibi bakarak nice hayati gündemini atlayan insan gördüm. Aman avare kasnak gibi boşa dönmeyin. Yedi: Danışın. Önce aklınıza; sonra gönlünüze, en sonunda da sizi hesapsız, kitapsız, menfaatsiz, gönülden seven büyüklerinize danışın. Sizden daha tecrübesiz, dünya görmemiş, bir iş bitirmemiş, bir başarı göstermemiş insanlara danışmayın. Sekiz: Zamanlama konusunda dikkatli olun. Planlı-programlı, zamanlı çalışmak kadar iyi zamanlama yapmak da çok önemlidir. Bir işe erken başlamak, sabah erken kalkmak, yola erken çıkmak mutlaka önemlidir; ama çok daha mühim olanı, neticeye ulaşmaktır. Erken kalkıp oyalanmak, ağırkanlı hareket etmek sizi hep başarısızlığa götürür.

Dokuz: Dikkatli olun. Öncelikle ağzınızdan çıkan söze, lafa dikkat edin. Laf olsun diye düşünmeden konuşmayın. On: Hafızanıza güvenmeyin. Devamlı not alın; kayıt tutun, arşiv yapın. On bir: Randevulara vaktinde gidin. Verdiğiniz sözü yerine getirin. Bizim milletin bahane üretme kabiliyeti sınırsızdır. O yeteneğinizi fazla zorlamayın. On iki: Bilgi sahibi olmadan yorum yapmayın. Yine bizim millete Allah, yorum yapma kabiliyeti vermiştir. Hâlbuki en büyük fazilet “Bilmiyorum” diyebilmektir. Öğrenme, bilmediğini bildiğin anda ve yerde başlar. On üç: İleri görüşlü olun. Yapacağınız projenin, başlayacağınız bir işin birkaç hamle sonrasını da düşünün, hesaplayın. Alternatifli çalışın. On dört: Gözlem ruhuna sahip olun. Bakan kör olmayın, can gözüyle bakın. Kafanızın yazılımını “bir iş nasıl olmaz” diye uyarlamayın. On beş: İnsan kıymeti bilin. Fakirlere, gariplere, muhtaçlara el uzatın. Allah’a şükrü, insanlara teşekkürü unutmayın…”

Naif, mütevazi ve merhametli bir bilge geçti bu dünyadan… Kültür Bakan Yardımcısı Profesör Ahmet Haluk Dursun’a bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın…