30 Ekim 1918 sonrası çektiğim acıların, yaşadığım ızdırapların en büyük mükâfatıdır Cumhuriyet.” Diyor Mustafa Kemal Atatürk ve şöyle diyor Nutuk’ta;

“Aziz milletime tavsiyem; Efendiler, sırası gelmişken aziz milletime tavsiye ederim ki; bağrından yetiştirerek başın üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasınlar.”

O, İngiliz donanmalarının ve askerlerinin sesleriyle güne başladığı İstanbul’da acılar içinde ağlayan emir subayının gözyaşlarının yüreğinde hissetmişti. Ve o gün “Geldikleri gibi gidecekler…” sözleriyle gelecek günlerin de müjdesini veriyordu. Bu sözler adeta bir önsözdü, sonsöz olarak da tarih sayfalarında yerini alacaktı elbette.

Zamanın Osmanlı sarayı ve hükümeti Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ağır, onur kırıcı şartlarını kayıtsız, şartsız kabul etmişti. Bu bir teslimiyetti. Anlaşma şartlarına dayanarak işgaller başlamış, vatan toprakları pay pay edilirken, içerdeki işbirlikçiler de ihanetleriyle meydanlara çıkmışlardı. Ülke yangınlardaydı. “Ateşi de ihaneti de görmüş bir milletiz” diyen Nazım, o günleri en güzel anlatanlardandır. İşte bugünleri büyük Nutuk’ta Mustafa Kemal şöyle anlatır;

“Şimdi efendiler! Müsaade buyurursanız size bir soru sorayım. Bu durumlar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelir? Sizlerden gelen düşüncelerde üç seçenek var. Birincisi İngiliz mangasını istemek, ikincisi Amerikan mangasını istemek, üçüncüsü bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmak. Benim kararım ise bunların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı tüm deliller, mantıklar temelsiz ve çürüktür. O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi.

Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da milli hakimiyete dayanan, kayıtsız, şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak! İşte Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar şudur ; YA İSTİKLAL YA ÖLÜM”

İşte kurtuluş mücadelesi böyle başlamıştı. O günlerin çaresiz, umutsuz, ümitsiz ve bezginlik içinde olan mevcut hükümetinde hiçbir şey yapamayacağına inanan, kurtuluş için başka alternatifler, çözümler bulma isteğini söyleyen Mazhar Müfit Kansu’ya 23 Temmuz gecesi “Zaferden sonra şekl-i hükümet Cumhuriyet olacaktır.” Diyen bir Mustafa Kemal… Beş yıl sonrasında gönderilen belki de ilahi bir mesajdı bu söylem. Çünkü Cumhuriyet onun çocukluk, gençlik aşkıydı. Onun heyecanını kıpır kıpır kanında hissediyordu hep. Arkadaşı, yoldaşı Fahrettin Paşa onun cumhuriyet aşkını şöyle anlatıyor;

“Cumhuriyetin ilanından iki yıl sonra Ekim 1925’te Çankaya’da misafiriydim. Ona cumhuriyeti neden ve niçin 29 Ekim’de ilan ettiniz diye sordum. Hep de merak etmiştim neden 29 Ekim diye. Paşam dedim. Hep düşündüm. 30 Ekim 1918 mütareke ilan edildi. Adana’daki karargâhınızdan İstanbul’a verdiğiniz şifreyi hatırlıyorum. Cumhuriyetimizin ilanının 29 Ekim gecesi gelmesi bir tesadüf müdür? Üç gün evvel beş gün sonra olabilirdi. ‘Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz’ derken bu tarih üzerine çok ısrar ettiniz. Neden? Bana şöyle bir baktı ve dedi ki; Mütakerenin ilk günlerini hatırlarsın değil mi? Saray ve hükümet her türlü teslimiyeti kabul etmişti. Lakin ben bir türlü kabul edemiyordum. İçim yanıyordu. Vatan parçalanmış, işgal güçleri topraklarımızda, millete etmedik zulüm bırakmıyorlardı. Dünya da da tek başımıza kalmıştık. Ben durumlar karşısında mazlum milletleri ortadan kaldırmak isteyenlere karşı koymayı kendime bir göre saydım. 30 Ekim 1918’den İzmir’e girdiğimiz 9 Eylül 1922’ye kaç yıl geçti. Dört yıl… 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettik. İşte bu beş yıla sığdırdığımız büyük inkılâp, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş hangi milletin tarihinde vardır? Bu mazlum millet artık layık olduğu yere ulaşmıştır. Tüm bunlar çekilen acıların mükâfatıdır. Bütün dünya bunu görmüştür. Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki ızdırabımı bilirsin çünkü hep yanımdaydın. Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet ise 29 Ekim doğumludur. İşte bu olay ki mazlum bir milletin ahıdır.”

Sonra bana dönerek masaya ellerini vurdu. “29 Ekim, tarihten silinmek istenilen bir milletin öç alımı ve intikamıdır.” diyerek oturdu. Görünen o ki; Cumhuriyetin soy ağacı Mustafa Kemal’in savaş meydanlarında kan ve gözyaşlarıyla yapıldıktan sonra, kalem ve mürekkeple yazılmıştır. Yani önce yapılan sonra yazılan bir devrimdir ki; hakikatle idealin buluştuğu en yüce güzelliktir.

Bunun içindir ki kuruluşunun 99. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizi emperyalizmin kokuşmuş, şeytani düşüncelerine, eylemlerine karşı, 1071 Malazgirt, 1915 Çanakkale, 1919-1923 Kurtuluş Savaşı’nda Kuvay-i Milliye ruhuyla korumak, kollamak en kutsal ve yüce görevdir. Buna mecburuz.!

Sağlık, başarı, milli birlik ve beraberlik içinde nice 100. Yıllara ulaşmak dileğiyle Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun…

Esen kalın.