İki dost uzun sayılabilecek aradan sonra bir çay bahçesinde bir araya gelmişlerdi çay içmek için. Buna dostluk mu denir? Yoksa göstermelik dostluk mu, yoksa  çay içme dostluğumu ?  ya da  laf olsun dostluğumu? Buna yüzlerce isim verebilirim ama  “gerçek dostluk” ismini veremem. Bunun sebebi hikaye sonunda okuyacaksınız.  Buna dostluk deyip geçelim. “İyi diyelim iyi olsun” misali  “ Dostluk diyelim dostluk olsun” Böyle düşünmekten ne zararımız var?

           Dostlardan  yaşı büyük olan ve ismi  Duran olan, yaşı küşük olan ve ismi Yemin olana dedi ki:

          -Furkan ile aran iyi.

            Öteki şaşırmış gibi baktı. “Bu da nereden çıktı” der gibi. Gayri ihtiyari ağzından  şu söz çıktı:

          -Furkan da kim abi?

       Sık sık   yaptığı  Çay davetine  “İşim var abi, başka arkadaşıma sözüm var” diyen Yemin’i bunu söylediği zaman tesadüfen  Furkan  ile çay içerken görmüştü  Duran bey.  Buna nazire yaparcasaına sormuştu bu soruyu.

      Duran bey dik dik Yemin  Efendiye baktı. Gözlerini gözlerine dikti. Tilki’nin avına bakar gibi baktı. Çünkü “Furkan kim? “ derken bile aslında “dostluk mu var aramızda?”  der gibi söylemişti. Bunu anlayan  Duran bey   avına odaklanan tilki gibi bakışlarını  Yemin efendiden ayırmadan :

       -Demek Furkan kim? Öyle mi dedi.” Yani tanımıyosun” . Bir süre sustu. Sonra sert bakışlarını yumuşatarak muzip bir bakışla  söylendi:

     -Yani Furkan ‘ın varlığı veya yokluğu arasında  bir  sorun yaşıyorsun.

      Yemin efendi anlamamış gibi bakınca açıklamaya koyuldu  Duran bey:

   -Gerçek dostlar, bir dostunun , gerçek dostunun adı geçince  kimden bahsedildiği  ikilemini  yaşamadan  dostunun adını hemen hatırlayarak   ismi geçince kalbi hızlı atar. Dostlukda bir nevi aşk gibidir. Gerçek dost, dostunu arar ve  onun yokluğunu  kayıp sayar. Bu konuda yüzlerce  mektup okumuş ve yazmış insan olarak senin dostluğunu  sorgulamam gerek.

   Yemin efendi bu söz karşısında utangaçlık ve mahcubiyet arasında bir yüz ifadesi ile  Duran beye bakarken içinden “Bu adamdan da korkulur, çattık mı belaya, şimdi bu adam bana dostluk hakkında uzun bir vaz verecek”diye geçirdi.  “Aklıma gelen başıma gelir” misaili Duran  bey o gün baştan savılmış olmasını  o kadar mesele yapmıştı ki, Yemin efendi için “ufak bir baştan savma meselesi” olan bu  tutum, Duran  bey için anlaşılan  “memleket meselesi”  olmuştu.

   Duran bey coştukça coşuyordu.  Açtı ağzını yumdu gözünü. Çaylar geldi boşlar gitti. Duran  bey susmadı:

   “Gerçek dostlar  dostun adı geçince  içten duyarlar, bu isim yerine “dost “ dense yeridir derler. Dost demeyin onun adını anın ben dost olduğunu  anlarım der. Dostunun  çay ikramını  biraz daha az samimi dostları için  çevirmez. “Dostun dosta ikram ettiği  öldürmeyen zehir olsa içilir” demiş eskiler.  Bu yüzden dostun çay ikramı  çok  mecbur  iş olmadıkça ret edilmez ve  iki kişi aynı anda davet etmişse en dost, dostun davetine gidilir. Demek ki ben “en dost” değil de “yedek dost “ muyum ne senin gözünde” diye imali şekilde  baktı  dostuna.

      Çaylar bardakları boşalmış,  boşlar gitmiş, tazeler gelmişti.

      “Duran bey  bir açarsa ağzını vay haline dinleyenin”  derlerdi . Bu söz efsaneydi. “Duran bey diliyle döver, kalbiyle sever “derdi dostları.

         Dostluk konusunda çok kitap okurdu Duran bey. Mektuplar yazardı dostlarına. Anlatılanlara göre  internetin olmadığı zamanlarda  daha çocukken  “mektup arkadaşları”, “mektup dostları” varmış. Halen  aradan geçen 40 yıla rağmen bu dostları ile görüşürmüş. Bu efsane değil gerçekmiş. Dostluğa o kadar önem verirmiş yani.

     “Gönül ne çay ister ne çayhane, gönül bir dost ister  çay da bahane” diye boşuna dememişler, dedi  Duran bey.

       Sonra sustu. Çayından bir yudum aldı ve   ah ah   ah... diye bir iç çekti.. Bu iç çekiş onun dostluğa ne kadar önem verdiğinin de bir kanıtıydı adeta.

       Yemin efendi  içinden yeminler ediyor, “Bu Duran abimizi da  atlatmak  kolay değil  bir daha atlatmayacağım . Bu Duran abiyi durdurana da aşk olsun“ diyerek Yeminler ediyordu Yemin efendi..Tbii içinden . Sesli olarak söylese başına gelecekleri o da biliyordu.

      Duran bey de durup durup Durnayı gözünden vuruyor, sözünün etkili olduğunu gördükçe  Yemin efendiyi diliyle dövüp, kalbiyle severek  “Dostluğun gerçeğini bellesin” diye  sözünü budaktan esirgemiyordu.

    “Dost ki, bulmak kolay değil, elde tutmak da  bulmaktan daha zor. Gerçek dostlar atlatılmayı içine atmazlar. Burada sana çektiğim nutuk gibi vaazlar ile  yaramaza dersini verirler” dedi.

     Yemin efendi garsona işaret ederek  hesabı alması için parayı uzatırken ayağa kalkıp:

    “Gel be Duran   abi, cebimde  iki çökelikli parası kaldı. Bunlar  ile de çökeklikli yeyelim de   karnımız doysun , kulaklarımız zaten doydu...” dedi. İçinden de  “doğru sözü söyleyene  çökelikliler soğumadan  ikram etmeli” diye geçiriyordu.

     Orada bulunanlar  fıs fıs gülerken  arkadalarından bir tanıdık:

    “Yemin bey oğlum dkkat et, Duran bey,  diliyle  döver kalbiyle severken atlatılmaya asla tahammmül edemez ve  sen  bir çayla  atlatacağını zannederken  o  hem çayını içer hem çökeliklini yer,  hem de  sana yeminler ettirir  atlatmamamn için” dedi.

     Yemin  efendi  bir yandan  Duran beyin kolunu sıkı sıkı dutarken arkadan konuşana şöyle dedi.

“ Duran abimizin dersleri hem  ağır yerinde hem de pahalı ben bu bedeli ödemeye gidiyorum. Helal olsun  dostluk konusunda  bizlere gereken dersi verdi” dedi.

     Onlara bakanlar kahkahayı  koyuverdiler.

      Her dersin bir bedeli her yersiz atlatmanın bir acısın olduğunu o zaman anladı Yemin efendi.