Sağ olsun aile hekimimiz, “Siz zahmet etmeyin ilacınızı watsaptan gönderirim.” yazdı. Kısa süre sonra ilacın sembolü belirdi, vatsapta. Belirdi belirmesine ya bizim eczane, ıslak imzalı reçete istiyor. Değil Watsaba yazılmasını, ölsen bile vermiyor ilacı. Bunu bildiğimden “Reçeteyi yarın alırım” yazdım. Yumruklu elin başparmağı yukarıda beğeni işareti belirdi telefonumda.Bu, olumlu işaretti.
Ertesi gün alıp çıkmak üzere aile hekimliğimize vardığımda “Aile hekimi izinli. Reçetenizi yandaki hekime yazdırabilirsiniz.” dediler.
Yandaki hekime, telefonumdaki dünkü ilacı gösterdim. Bunun reçetesini istiyorum dedim. Yazılara bakan hekim:
-Bunu ben okuyamam dedi. Yakını görme sorunu olduğunu düşünerek:
-Harf ve rakamları ben okuyum siz yazın.
-Sen de okuyamazsın.
-Kim okuyacak peki?
- Bunu yalnız, yazan hekim ve eczacılar okuyabilir. Okuyamadığım için ilaç da yazamam. Reçete yazabilmem için ilacın adını bilmem lâzım.
-Eyy, n’olacak şimdi? Kendi aile hekimimizin izinden dönmesini mi bekleyeceğim? Bir de yıllık izne çıktıysa temelli yandım. O dönene kadar, ya kendiliğimden iyi olur ya da hayata gözlerimi yumarım. Son günlerde ilaçlardan bir de katılım parası alıyorlarmış. Böyle yaşamaktansa ölmek daha iyi, böylece hekim, ilaç, katılım payı gibi bütün dertlerden kurtulurum. Deyip kapıya yönelince:
-Dur amca dur, her şeyin bi çaresi var. (Aklıma rüşvet isteyeceği geldi. Cebimde yeterli para da yok. Param olsa buralarda ne sürünecekmişim? Bastırır parayı alırım ilacı. Hem de en iyisi ve en pahalısından. Yokluğun ocağı batsın.) bunları aklımdan geçirirken hekim devam etti.
-Yakınımızda eczaneler var sıra sıra. Onlardan birine ilacın adını yazdır gel, reçeteni yazayım. Anlaştık mı?
-Anlaştık anlaşmaya ya bunu baştan niye söylemedin sevgili doktorcuğum, kısa sürede aklımdan geçenleri söylesem inanamazsın.
Komşu eczane yetkilisi, çabucak çözdü ve yazdı bir kâğıda. İlacın adını doktora getirince iş görüldü. Doktorun işi de bitmiş. Beraber çıktık kapıya. Ben asansöre yönelince doktor:
- Yürü, yürü.
-İhtiyarım. Deyip asansöre bindim. Binmez olaydım. Sıfıra bastım. Asansör hareket etti mi, etmedi mi, ortalık birden karardı. İşaretlerin tamamı söndü. Yalnız neye yaradığını bilmediğim bir buton yanıyor. Ona basıyorum, vannn! vannn! ötüyor ama kimsenin duyduğunu sanmıyorum. Terlemeye başladım yavaş yavaş.
Oğlum Eren’i aradım. Kısa zaman sonra ışıklar yandı, kapı açıldı, Sevgili hemşiremiz, Sultan Tapar karşımda gülümsüyordu, “Geçmiş olsun hocam” diyerek..
Sonradan anlattı Eren: “Sen telefon edince hemen doktoru aradım. O izinliymiş. Hemşireyi arayacağını söyledi. Sana yardım için daha kapıya çıkmadan sen aradın Asansörden çıktım diye.”
Allah, kimseyi kimsiz kimsesiz etmesin. Eren olmasaydı ne yapardım…