Eğer bu şehirde gazeteciliği de bir siyasi parti dizayn edecekse orada söz biter. Biter, çünkü ideolojilerine sığınarak yaptıkları gazeteciliği şehri tümüyle yönetiyormuş havasında ele alırlar ve böyle davrandıkları sürece gazetecilik de şehir de çok yara alır.

            Tokat’ın bütün kurumlarını idari ve yerel yönetimlerini Cumhur İttifakı’nın diğer ortağının yönettiği gibi bir algı var artık bugün bu şehirde. Bu algıyı oluşturanların ve onların böyle bir yanılsamayı sergilemelerine zemin hazırlayanların belki de ortak bir amaçları vardır, bunu bilemem. Ama böylesine bir algının gazeteciliği de içine alması kabul edilemez.

            “Bu sokakların kralı biziz” gibi kabadayılıklarla ya da “Biz ne dersek o olur artık” şeklindeki keskin sirke küpüne zarar söylemlerle, ne siyasetin ne de gazeteciliğin yapılmayacağını herkesin bilmesi gerekir. Buna itiraz edenlere ise “Siz onun/onların gerçek yüzünü tanımıyorsunuz” gibi hadsiz ve ukalaca sözlerle yanıt vermeleri ise ayrı bir can sıkıntısı.

            Bu şehir çok kabadayılar, çokça kolpalıklar ve iftiralara sığınarak birilerini hedef gösterenleri epeyce gördü bugüne kadar. Yapanın yanına kâr kalmadı hiçbir şey. Kimse yaptığı kötülüklerin faydasını görmedi. Kim ne yaptıysa ayağına dolandı. Yani bu işlerin faydasını görmedi hiç kimse.

            Oysa güzel bir seçim zaferi kazanmışsınız, her iki seçmenden birinin oyunu almışsınız, yalnız kendi partinizin değil, hemen hemen bütün siyasi partilere mensup insanların desteğini görmüşsünüz, ne gerek var gazetecilerle uğraşmaya, ayırmaya, ayrıştırmaya? Siyasetin kin güdülecek bir yer, gazetecilerin de parmak sallanacak kadar zayıf karakterlerle dolu olduğunu sanmanın yanlışlığını ne zaman görecekler bilemiyorum.

            Yazar İbrahim Tenekeci, “Kalabalık ve kabalık içindeyiz. Nezaketi korkaklık olarak görenlerin arasında yaşıyoruz.” diye yazmıştı. Oysa nezaketimizin ardında bırakın korkaklığı, çok derin, müthiş bir öfke var da onu aldığımız terbiye ve naifliğimiz ile sarıp sarmalıyoruz. Bilen böyle bilsin ya da nasıl istiyorlarsa öyle düşünsün.

            Unutulmaz şair Gülten Akın ise bir şiirinde, “Göstere göstere bilediğin bıçak, bir gün elini kesecek!” der. Zalimin zulmüyle anıldığı, dünyanın iyilik ve güzellikler ekseninde daha yaşanır bir yer olduğu gerçeğini, bugünün muktedirlerinin de unutmaması gerekir. Hele hele gazeteciyi sosyal medyadan engelleyen bir Tokat milletvekili “istişare”, “meşveret” ve “şûra”dan bahsederek diyaloga önem verdiğini açıklamış geçenlerde, en çok da o vekil unutmamalı bu gerçekleri.

            Eğer unutursa, bahsettiği “diyalog” aşağıdaki fıkradaki gibi olur:  

Kulakları duymayan bir adam, hastanede yatan bir arkadaşını ziyaret etmek istemiş. Düşünmüş, ben ne sorarım, o ne cevap verir. Klasik cevaplara göre konuşmayı tasarlamış, cümlelerini zihninde hazırlamış. "Nasılsın?" derim, o da "İyiyim." der. Ben de "Oh oh, ne güzel!" der, devam ederim.

Adam hastaneye gidip arkadaşının başucuna varmış:

"Nasılsın, iyi misin?" "Ölüyorum." "Oh oh, ne iyi!"

"Ne ilaç veriyorlar?" "Zehir." "O ilaç çok iyidir.

Doktorun kim?" "Azrail." "Ondan iyi doktor yoktur."

Velhasıl istişare, meşveret ve şura güzel de gerçekler de işte burada “muktedirim”…