Yıllar önce Zeki Sezer’den dinlemiştim aşağıdaki öyküyü:

            Ford bayilerine mail ata, “Falan gün, filan otelde toplantı yapacağım. Bir soru soracağım bilene bütün servetimi bağışlayacağım” diye yazar. Herkes deliler gibi araştırır, okur, yazar ve toplantıya gelir. Hepsi üniversite sınavına hazır genç gibi kendinden emin soruyu beklemektedir.

Ford kürsüye çıkar lafı uzatmadan “Otelin girişinde araçlarınızı park eden valenin gözleri ne renkti?” diye sorar. Salon buz keser. Herkes sanayi, motor, finans konuları gibi bir soru beklerken otelin valesinin göz rengi sorusuyla karşılaşınca şok olurlar. Üstelik hava gece vaktidir. Üstelik vale şapkalıdır. Kimse de dikkat bile etmemiştir. Uzun bir sessizlikten sonra Ford kürsüye gelerek;

“Otelin valesi bendim” der. “Hiç biriniz valenin yüzüne bile bakmadınız. Adam yerine koymadınız, hatırını sormadınız. Anahtarı eline tutuşturup arkanıza bile bakmadan otele yöneldiniz. Hâlbuki biriniz bile valeye selam verseydiniz gözlerini de görürdünüz yüzünü de. Şapkam ve gözlüğüm vardı, ama selam verseydiniz mukabele gereği bende şapkamı ve gözlüğümü çıkarır selamınızı alırdım.”

Salon da çıt çıkmıyordu. Ford devam ederek “İnsanları aşağıda gören yukarı çıkmayı hak etmiyordur. O yüzden hepinizin bayiliğini iptal ediyorum” deyip oteli terk eder.

Psikiyatri de “Hubris Sendromu” diye bir kavram var.

Bugünün birçok insanda görülen rahatsızlık bu. Aşırı gurur ve aşırı kibir taşıyan insanlar bu sendromun sahipleri. İnsanların güçlendikçe masumiyetlerini kaybetmeleri şehvet-şöhret ve servet hastalığına yakalanmaları, “Hubris Sendromu”nun belirtileri arasında yer alır.

Yine belki de birçoğunuzun bildiği bir öyküdür, onu da anımsayalım:

“Üniversite de öğretim üyesi öğrencilerden birine anlattığı dersi tahtaya gelerek tekrar etmesini rica eder. Öğrenci gelir ki zeki bir öğrenci seçmiştir hoca. Öğrenci dersi anlatır. Hoca ‘Şimdi masanın üstüne çık ta anlat’ der. Masanın üstüne çıkan öğrenci dersi orada da anlatır. Sonra masanın üzerine bir ahşap sandalye koyan hoca aynı öğrenciden aynı dersi anlatmasını ister. Öğrenci biraz daha yukarı çıktığı için denge kurmaya çalışarak, biraz da sendeleyerek dersi zor anlatır. Hoca acımazca teste devam eder. Şimdi de ahşap sandalyenin üstüne ahşap bir de tabure koyar ve ‘çık şimdi de anlat’ der. Öğrenci tabureye çıkarılır ama öğrenci yüzde yüz anlatabildiği dersi unutmuş sendelemeye hatta düşmemeye çalışmaktan başka bir şey yapamaz hale gelmiştir. Öğrenci indirildiğine Hoca öğrencilerine dönerek, ‘İşte güç zehirlenmesine yani Hubris Sendromuna yakalanan kişilerin sonu budur. İş yapmaktan ziyade artık düşmemeye odaklanırlar ve bu süreçte, haklıyı, haksızı, iyiyi kötüyü ayırt edemezler’ der…”

Her şeyi dönüştürmeye ve kontrol etme eğilimine kapılan Hubris Sendromu hastasının, “Bulunduğu makamda güç gösterisinde bulunmanın ve zaferler kazanmanın çok önemli olduğunu düşünmesi, hakkındaki algıyı iyileştirmek için kendisini hep iyi gösterecek durumlarda bulunmaya eğilim, kötü gösterecek durum ve yerlerden kaçınması, basit eylemlerinden bile imkânsızı başarmış edasıyla ve abartarak bahsetmek, yüceltilmeye ihtiyaç duyması, kendi yargılarına aşırı güven, aynı zamanda başkalarının öneri ve eleştirilerini küçümsemesi, çevresindeki insanlara ya da halka değil, tarih ve Tanrı’ya hesap vereceği inancı” olduğunu yazar tıp bilimi.

Allah şifalarını versin hepsinin.

Dünyayı güzelliğin, iyiliğin, adaletin ve merhametin kurtaracağına olan inancımızla yarınlara umutla bakmaya devam edelim.