Eleştiri hürriyeti gerçek isimlerle, reel yapılır.

Cesursanız adınızı, soyadınızı gizlemeden neyi biliyorsanız yazarsınız, eleştirilerinizi sıralarsınız, iddialarınızı gündeme getirirsiniz. İddialarınızın muhatapları da ya size cevap verir ya da hakkınızda suç duyurusunda bulunur. Ama sahte isimlerle insanlar hakkında aslı astarı olmayan şeyleri yazarsanız inandırıcı olamazsınız. Hele sosyal medyada “çift cinsiyetli” olmak da nedir? Erkek olan kadın ismiyle, kadın olanlar da erkek isimleriyle sahte hesaplar açarak haysiyet cellatlığı yapıyorlar.

Sosyal medya çıktığı günden bu yana gazeteciliğin de ayağa düştüğü bir süreci yaşıyoruz. Eline telefonu alan herkes önünü arkasını düşünmeden, sorup sorgulamadan aklına ne gelirse yazıyor. Rahmetli Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar” diye tanımladığı bu güruh, cahilliklerinin zirvesinde keyif sürerken, yaşanan kaos hepimizin canını sıkıyor.

Bizim kültürümüzde düşmanlığın da bir kuralı, yolu, yöntemi ve hatta ahlakı vardır. “Düşmanlık ahlakı” başlığı altında birçok köşe yazısı da kaleme almış biri olarak, sosyal medya platformları üzerinde ahlaksızca paylaşım yapanlar için yasal bir düzenleme yapılması gerektiğine inanıyorum. Belki de yeni bir anayasa yapmadan önce; böyle ahlaksız, belden aşağıya vuran, çamur at izi kalsın anlayışıyla hareket eden müfterilere ağır cezalar getirecek kanunları yasalaştırmamız gerekiyor.

Yazar İbrahim Tenekeci “Düşmanlığın da bir ahlakının olması şarttır. Ahlak ve adaletle irtibatını kesmiş bir düşmanlık önce sahibine kaybettirir. Nitekim hep öyle oluyor.” demişti bir yazısında.

Ben de bu sözden yola çıkarak kaleme aldığım bir köşe yazımda, “Meselesi ya da davası olan, bu mevzularını konuşarak halletmek yerine, elinin altındaki bilgisayarla ya da telefonla giriyor sosyal medya hesaplarına ve gerisi o anki öfkeyle öyle bir geliyor ki kırılmayan bir şey kalmıyor. Sonra muhatabı da aynı sertlikle yanıt verdiğinde ortalık toza dumana karışıyor. Yalnız toz ve dumana karışsa iyi, her taraf insanın vahşiliğiyle kirleniyor; edep, haya ve ahlaka dair ne varsa kayboluyor bir anda. Biz buna çürüme diyoruz. Sözcükler, hasletler, özlemler, beklentiler, iyilik, güzellik, insana ve hayata dair her şey bir anda çürüyüp gidiyor. Şairin dediği gibi su çürür mü? Suyun bile çürüdüğü zamanlardan geçiyoruz. Her şey, ama her şey insanın bitip tükenmek bilmeyen hırslarıyla kirlenip çürüyor. İşte İbrahim Tenekeci’nin de anlatmak istediği bu belki de.” ifadelerini kullanmıştım.

Öte yandan bugün başkalarına iftira atanları “karşı tarafa taş atıyor” diye alkışlayanların da yarın kendilerine sıranın geleceğini unutmamaları lazım. “İftiraya, kara çalmaya, hakarete, sövgüye hayır, eleştiri hürriyetini kanunlar çerçevesinde yerine getirmeye evet!” demediğimiz sürece, bu ahlaksızlıklar midemizi bulandırmaya devam edecek. Son günlerde gerek belediye ile ilgili gerekse de başka mevzularda araştırmaya dayanmayan, gerçeklerle ilgisi olmayan birçok konuda yazılan iddiaları da bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

Mehmet Kemal Yazıcıoğlu’nun ekibiyle birlikte gayretli bir şekilde çalıştığını görüyoruz. Toplumun her kesimine eşit mesafede çalışmalarını sürdüren Yazıcıoğlu’nun Tokat’a getirdiği ivme, elbette herkesin dikkatini çekiyor. Standartların yükseldiği, eksiklerin giderildiği ve her türden belediyecilik çalışmasının aksatılmadan sürdürüldüğü bu ortamda, bulanık suda balık avlamak isteyen bozguncuların olmasına şaşırmamalı aslında. Çalışmanın, üretmenin ve eksikleri gidermenin olduğu yerde, böylesi belden aşağı vurmalar olacak elbet. Ama gelinen noktada bu işleri yapanlar, tezgah açanlar ve gerçek dışılığı meşrulaştırıp mahalle dedikodularını konuşanlar artık kendilerine bir çekidüzen vermeli.

Belgeye dayanmayan, geçmiş dönemlerde de yaşanmış benzer uygulamaları bugün sanki ilk kez yaşanıyormuş gibi gündeme getirip algı oluşturmaya çalışmak kolay. Zor olan adalet terazisinden ayrılmamak, düşmanlıkta bile ahlak sahibi olmak.

Kıblesi yalan olan süslümanların, eteklerini uçurarak camiye koşmaları sizi aldatmasın. Ahlak, edep ve adaptan bihaberler, dedikodu tek silahları ve hayatın her alanındaki yenilmişliklerinin acısı, tek gerçekleri.

Dolayısıyla bugünün meselesi yine ahlak.

Ahlak..

Ahlak…