Gazeteci İsmail Saymaz “Barınma ihtiyacı artık Türkiye’nin en önemli asayiş sorunudur. Kiralar da bir cinayet sebebi.” diye yazdı.

Türkiye’de artık Anadolu şehirleri de kira fiyatlarında metropollerle yarışır hale geldi. Ev sahipleriyle kiracılar arasında husumete varan kavgalar ölümlerle sonuçlanıyor artık. Hemen her gün ev sahibi-kiracı haberlerini televizyonlardan izlemek mümkün. Ki bu haberlerin çoğu bıçaklı-silahlı kavgalarla dolu.

Ülke gerçek anlamda yangın yeri. Kimse önünü göremiyor. Esnaf perişan, memur umutsuz, emekli yerlerde sürünüyor. Yaşamın her alanında tek bir ortak gerçeğimiz var artık: Bu ülkede yaşayan herkes mutsuz!

Parası olan küçük bir azınlığın parasına para kattığı ve aşırı zenginleştiği bir ortamda, sürekli ekmeği küçülen, borç içinde yaşayan ve geleceğine dair en küçük bir umudu kalmayan “çoğunluk” ne yapacağını bilemez halde. Bu “çoğunluğun” sesine ülkeyi yönetenler kulak tıkamış durumda. Sesini az biraz yükseltenlerin “İha-Siha” örnekleriyle susturulduğu garip zamanlardan bahsediyorum.

Hâlbuki “İha-Siha”dan, ülkesinin savunma sanayisinin güçlenmesinden gurur duymayan kimse yok. Hepimizin göğsünü kabartan savunma sanayi gelişmelerinin yaşadığımız ekonomik buhranı ötelemesinin mümkün olamayacağını bilmeleri gerekir. Söylemek istediğimiz tam da bu işte: Bir yanda gurur duyacağımız hamleler savunma sanayi alanında gerçekleşirken, diğer tarafta simit-ekmek-yumurta hesabı yapan milyonlarca insanın hazin hayatı görmezden geliniyor.

İtirazımız buna!

Televizyon ekranlarına bakıyoruz, tartışma programlarında ülkenin reel gündemi yok. “CHP’ye genel başkan kim olacak? Meral Akşener 26 Ağustos’ta neyi açıklayacak? İha-Siha, Savunma Sanayi, vs. vs.” Bu başlıklar bu halkın gündemi değil! Ama gelin görün ki televizyonlarda tartışılan bunlar. Hep aynı yüzlerle, aynı lakaytlık ve terbiyesizlikle insanların akıllarıyla dalga geçer gibi programlar yapılıyor. Halktan kopuk, yaşamdan uzaklar.

Ve 21 yıllık tarihinde ilk kez AK Parti de halktan bu kadar uzak bir profil sergiliyor. Milletin kronikleşmiş dertlerinden uzak haldeler, günü savuşturmaya yönelik işlerin peşindeler ve son derece vatandaştan kopmuş durumdalar. Evine ekmek götüremeyen milyonlarca insanı, ekonomik krizin dağıttığı aileleri görmüyorlar, ya da görmezden geliyorlar.

Öğrencinin öğretmene, evladın babasına, komşunun komşuya, kardeşin kardeşe, esnafın tüccara, emeklinin memura, memurun asgari ücretliye, çiftçinin komisyoncuya, ev sahibinin kiracıya düşman edildiği bir sistemi kurdular bu ülkede. Ve yazık ettiler her şeye.

Bu kötülüğü halka reva görenlerin “umursamaz” tavırları bundan sonraki süreçte kendi kaderlerini çizecek. Kibirden ve kendi rahatlarından göremedikleri “gerçekler” karşısındaki suskunlukları sonlarını hazırlıyor, farkında değiller. Oysa devletle milleti barıştırarak bu ülkeye en büyük iyiliği yapmışlardı geçmişte. Şimdi ise tam tersi işlerle eskiden daha beter ayrışmalara zemin hazırlıyorlar.

Dolayısıyla bizler de elimizden geldiğince farkına varmaları için uyarmaya, yazmaya, siyasi ikballerini değil de milletin istikbalini düşünmeye çağırmaya devam edeceğiz. Dilsiz şeytan olmayacağız, çünkü bu ülke hepimizin; bu dertler ve dertlerin sahipleri asla sahipsiz değil!

Elimizden kayıp giden her değerimiz için çaba göstermek zorunda olduğumuzu biliyoruz. Endişemiz, tasamız, derdimiz ve tedirginliğimiz bundandır.