Vefanın bir semt adı olmadığını anlamak çok zamanımı almadı. Hakkın, hakkaniyetin, adalet ve merhametle insanlara yaklaşmanın kimseye bir zararının olmadığını, aksine, sahibinin kıymetine kıymet kattığını çok şükür babamdan öğrenmiştim. Değer vermenin, düşeni kaldırmanın, vicdan sahibi olmanın, kıymet bilmenin zenginliğini de biliyordum. Bilmediklerimi de Kemal Bey öğretti şu kısacık zamanda.

Kalitenin paçalarından aktığı bir insanlık anlayışıyla kollarını sevgiyle açtığı Tokat’ta, dokunmadığı kimse kalmadı. Düne takılmadan bugünün realitesine odaklanarak vicdanlara yolculuk yaptı. Hak bellediği yolda, -tıpkı babası gibi- tek başına da kalsa yürümeyi marifet bildi. Yalnızlaştırma, sessizleştirme, ötekileştirme çabalarına rağmen doğruluktan ayrılmadı, yolundan bir milim bile sapmadı.

Mehmet Kemal Yazıcıoğlu başta kendisi olmak üzere, Basın Danışmanı Musa Özdemir’e karşı girişilen itibar suikastlarına karşı da Elif gibi doğru ve dik, Vav gibi mütevazi durdu. Ve durmaya devam ediyor. Ahlaksızlığın zirve yaptığı sosyal medya faşizminin ölçü-edep-adap üçlemesinden uzak, çamur siyasetinin gölgesindeki bu son tiyatrosu da gösterdi ki atılan çamur sahiplerinin ellerini kirletiyor sadece. Musa Özdemir gibi her kesimden insanın uzlaşabildiği, insan canlısı ve hakiki dost bir insana uzanan iftiralar silsilesinin, Başkan Yazıcıoğlu’nun şahsında belediye personellerinin hayasızca kırıldığı, sözcüklere sığmayacak ahlaksızlıkla incitildiği bu son saldırı da elbette amacına ulaşamayacak.

Lakin gönüller kırıldı bir kez daha… Hayatımda tanıdığım en merhametli, en naif, en namuslu insanlardan biri olan Mehmet Kemal Yazıcıoğlu’nun ve dostum Musa Özdemir’in gönül kırgınlıkları yaşamaları karşısında sessiz kalınmayacağını, işin yargı boyutunun da devreye girerek bu sosyal medya faşistlerinden hesap sorulacağını ümit ediyorum. İnsanların onurlarıyla, şerefleriyle, haysiyetleriyle oynamanın bu kadar kolay olmaması gerektiğini devletimin iradesini ortaya koyarak göstereceğini de biliyorum.

Lakin bilmediğim, anlayamadığım bir şey var: Bu nasıl bir kin? Bu ne menem bir öfke? Bu neyin intikamı? Tartışmanın, kavganın ve savaşın da bir ahlakının, bir namus anlayışının olduğunu öğrettiler bize. Meselesi, kini, öfkesi olanın mert bir şekilde hıncını çıkarmak için açıkça, mertçe, ahlaklıca, ayak oyunlarına gerek duymadan ne yapacaksa yapması gerekirken, bu rezillikler de nedir?

Yazıya başlarken “Bilmediklerimi de Kemal Bey öğretti şu kısacık zamanda” demiştim. Merak edenler Mehmet Kemal Yazıcıoğlu’nu daha yakından izlesinler, ne demek istediğimi anlarlar. Daha bugün bir büyüğümüz Kemal Bey’i kastederek, “Çocuğu rahat bıraksalar da memleket de nefes alsa” dedi. “Çocuğu” diyor, O’nu “evladı” görüyor, “Çok çalışkan, öyle böyle değil, babasının izlerine gönlüyle yeni izler katıyor” diye de ekliyor. Bu kadar kısa zamanda, kim bu kadar sevilebilir ki başka?

Allah yüce kitabında, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” diye buyuruyor.

Kemal Bey’in bugüne kadar yaptıkları, bugün gösterdiği duruş ve bundan sonraki serencamı, bu ayeti kerimenin izdüşümü aslında. Hayatları kin, intikam ve hırslardan ibaret olanların bilemeyecekleri de budur: Herkes kalbinin ekmeğini yer.

Ya da Bakkal Tahsin’in deyişiyle, “Herkes sütünün hükmünü işler…”