Haftalık Oksijen Gazetesi’nin 19-25 Nisan 2024 tarihli sayısında Selçuk Şirin, “Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca en sefil dönemlerinden birini yaşıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın o kıtlık yıllarında bile bu denli bir sefalet yaşanmamış.” diye yazdı. Selçuk Şirin’in bu cümlelerinin devamında yazdıkları ise daha da önemli:

“Özellikle son 10 yıl verilerine bakınca çok net bir şekilde ülkede sefaletin düzenli olarak arttığını görüyoruz. Pandemi ile birlikte tüm dünya ekonomik zorluk yaşadı ama bu zorluğun bize yansıması daha derin sefalet oldu. Bu satırları yazdığım dönem itibariyle Türkiye sadece OECD değil, tüm gelişmekte olan ülkeler arasında sefaletin en yaygın olduğu ülke konumunda. Kısa dönemde de bizi bu konumdan kurtaracak bir görünüm yok maalesef…”

Gazeteci Selçuk Şirin’in ortaya koyduğu bu karamsar tablo karşısında umudumuzu diri tutacak gelişmeleri mercekle arar haldeyiz. Belki bir kıyısından yırtabiliriz, belki kısa sürede toparlanabiliriz, belki de tüm bu şansızlıkların belini kıracak, durumu tersine çevirecek bir şeyleri görebilir, yaşayabiliriz umudu bu. Ama yok. Yok maalesef…

Her Kabine Toplantısı’nı toplum yararına bir şeyler çıkar umuduyla dört gözle bekleyen milyonlarca insan, Sayın Cumhurbaşkanının “Kalın sağlıcakla” temennisiyle hayal kırıklığına uğruyor televizyonların karşısında. Emekliler, asgari ücretliler, maaşları eriyen ücretli kesimler, her gün birer birer dükkânlarını kapatan esnaflar, ürünü para etmeyen çiftçiler; kısaca kocaman bir ülke perişan halde.

Son 20 yılda 122 kat artan çiftçi borçları ve sadece 2023 yılında kapanan 111 bin 576 işyeri bile ülkenin durumunu özetleyebilir. Tüm bunları dile getirdiğimizde ise mekânların doluluğuna, lüks markaların kafelerin önünde sıraya geçmesine ve yollardaki araç yoğunluğuna dikkat çekilerek yapılan itirazların da “bomboş” bir karşı çıkış olduğunu bilmemiz gerek. 90 milyona yaklaşan nüfusun çok az bir oranına bakarak durum tespiti yaparak “her şey tıkırında” havası oluşturmak doğru değil.

Yine Selçuk Şirin’in yazısındaki ifadelerle; “Gelir adaletsizliği nedeniyle tepedeki yüzde 5 dünya standartlarında varlığa sahip. Yani sayıyla söylersem, Türkiye’de 5 milyon çok zengin insan var. Siz siz olun, o 5 milyona bakıp 85 milyon hakkında yorum yapmayın!”

Durum bu kadar açık, net, sarih…

İşsiz gençlerin çaresizlikleri, evi geçindirme telaşındaki anne-babaların dayanılmaz yükleri ve 30-40 yıl çalışarak emekliliklerinde rahat edeceklerini düşünen yaşlılarımızın bile iş aramaları, bu ülkeyi yönetenlerin utancı olmalıdır. İşte bu reel gerçeklerle bir an evvel ne yapılması gerekiyorsa yapılmalı, insanlarımızın dünya standartlarında yaşayabilecekleri, gelecek kaygısı taşımadan yarınlara bakabilecekleri bir düzen inşa edilmelidir.

Cumhur İttifakı’nın hamasete dayalı iç politikasının tutmadığı 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde görüldü. İşte şimdi AK Parti ya ayağına takılan prangaları kaldırıp atarak bu sorunları çözecek, ya da o prangalarla hamaset yaparak yoluna devam edip siyasi ömrünü tamamlayacak. Bu tercih yalnız siyasi iktidarın değil, Türk Milleti’nin de kaderini belirleyecek.

Bu yazıya son cümle şöyle olsun o vakit:

Hiçbir hamasetin yoksulluğun üzerini örtmeye yetmeyeceğini, en iyi Tayyip Erdoğan bilir.