Ramazan ayı bereketiyle geldi… Hayırseverlerin sağanak gibi aktardıkları yardım kolileri, bağışlar ve her türlü hayır işleri aralıksız bir şekilde devam ediyor. Manevi iklimin gönüllerdeki tezahürü birliğimize ve kardeşliğimize yansırken; Türkiye’nin ufkunun açık, bahtının parlak olduğuna bir kez daha inanıyoruz. 

 

Yardımlaşmanın ve dayanışmanın en halis örneklerini yaşayan ve yaşatan aziz milletimizin bütün tehlikeleri bertaraf ederek kat ettiği yolun sonunda, ülkemizi aydınlık yarınlar bekliyor. İşte bu anlayış, Türk Milleti’nin asırlardır ortaya koyduğu çelik gibi iradenin bugünlerdeki tezahürü ve yarınlardaki yansımasıdır: Çiledir çekilecek, gözyaşıdır dökülecek, ama her ne olursa olsun, her neyi yaşarsak yaşayalım köklerimizdeki asil ruh bizi bütün dertlerimizden gün gelip kurtaracak.

 

Tarih boyunca nice karanlık yollardan, nice tehlikeleri bertaraf ederek geçip de geldik bugünlere. Şerbetliyiz anlayacağınız; bizi hiçbir tehdit, tehlike ve korku hizaya çekemez, kimse güdümüne alamaz. Esareti ölüme tercih eden koca bir medeniyetin evlatları olarak bağımsızlığımız için ölümü göze alan atalarımızın izinde yürüyecek, emperyalizmin bu topraklarda açtığı bütün tezgâhları yıkacak, bütün oyunları bozacağız.

 

Biliyorlar bunu. Bilmelerine biliyorlar ama yine de şanslarını denemekten de vazgeçmiyorlar. Vazgeçmeyecekler de. Buldukları her boşlukta sızacaklar. Sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt diyerek nifak tohumlarını ekenler, şimdi de “Z Kuşağı” fitnesini salıverdiler topluma. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ağırlığına leke sürmek istediler. İtibarsızlaştırma gayretlerine girdiler. “Gençler deist oluyor” zehrini yaydılar. İmamları, müezzinleri, din adamlarını toptan birer suçlu ilan ettiler, hepsini gerçekte maaşlarını hak etmeyen toplum sınıfına soktular.

 

Bu fitneyi yayanların emperyalizme olan göbek bağlarını bildiğimizden şaşırmadık elbette. Şerbetliyiz işte; maksadı gördük, hedefi anladık, niyeti sezdik. Dört elle sarıldık vatana. Minarelerdeki ezanı gür sesleriyle eda eden müezzinimizden, ardında saf tutarak namaz kıldığımız hocalarımıza, dizlerinin dibine oturup nasihat alarak kalplerimize İnşirah ferahlığı veren din adamlarımıza daha da kıymet verdik, vereceğiz de.

 

"Günahkâr olma, fahr-i âlem-i zî-şân'ı incitme" diyerek, gidebileceğimiz tek kapının yüzümüze kapanmaması için, inanan-inanmayan, ateşe-suya tapan, insan olarak kendini tanımlayan herkese gönüllerini açan din adamlarımıza gelen her taşın kendimize yöneldiğini bilerek geldik buraya işte. Ramazan ayının verdiği huzurla oruç tutanlarla tutmayanların uyumlu birliktelikleriyle perçinledik kalplerimizi. Yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma hislerinin zirvede olduğu bu günlerde, birlik ve beraberliğimizin kıymetine dem vurarak gölgelendik.

 

Biz bu İnşirah ferahlığında gölgelenirken, Tokat Müftüsü Abdullah Pamuklu’nun elinde torbalarla bir yokuşu tırmanırken çekilmiş fotoğrafını gördük ve kalemimizden döküldü bu satılar. Öğrendik ki “'Kap’tan Kalbe” diye bir proje başlığı altında iftar ve sahur yemekleri Kur'an kursu öğreticileri, din görevlileri, hayırseverler ve TDV gönüllüleri tarafından Müftülük yemekhanesinde hazırlanarak, ihtiyaç sahibi, kimsesiz, yardıma muhtaçlar ile mültecilere ikram ediliyormuş. Günlük 450 aileye toplamda 2 Bin kişiye dağıtılan bu yemeklerin harcını karandan, ateşe atana, tuzunu ekenden kapıya getirene kimler varsa, hepsinin mübarek ellerinden öperiz…

 

Abdullah Pamuklu Hoca’nın o yokuşu tırmanırken yaşadığı heyecana belki ortak olamadık ama verdiği mesajı aldık başımızın üzerine koyduk. Sizin tırmandığınız o yokuşun sonundaki en son evden, bir bütün halindeki Tokat’a uzanan yardım eli, bu şehrin ve bu ülkenin üzerindeki koruyucu eldir; umuttur, duadır, tebessümdür.

 

Umuda, duaya, tebessüme vesile olanlara minnet ve saygıyla…