Türk ressam ve yazar Malik Aksel haddini bilmezi, “Aklı ersin ermesin her şeye karışır, büyükler yanında türlü pot kırar, haddini bilmez, budala, şaşkın bir adam” olarak tanımlar. Büyük Selçuklu veziri Nizâmü’l -Mülk, “Siyâset-nâme” isimli eserinde haddini bilmek üzerine düşündüklerini çokça yazmıştır.
Sözlükte hâd için şu karşılıklar veriliyor: 1. Sınır, kenar, uç, son. 2. Miktar, derece. 3. Emir ve yasak; şer’î ceza. Ayrıca hâd bilmek, birçok deyime de esin kaynağı olmuş. “Alçakta yatanı sel, yüksekte yatanı yel bulur”, “Alıcı kuşun ömrü az olur”, “Altmışından sonra zurna çalan, mezarda çalar”, “Aptala beylik vermişler, önce babasını kesmiş”, “Keçinin uyuzu, suyu gözünden içer”, “Yağmur yağarsa kış olur, kişi haddini bilirse hoş olur” bu atasözü ve deyimlere örnek olarak gösterilebilir.
İnsanın haddini bilmesi kadar güzel bir şey olamaz. Bilgiyle yoğrulmuş, aldığı kültürü mütevazılıkla harmanlamış birey haddini de bilirse, örnek insandır. Yaşadığımız çağda hemen her konuda bilgi sahibi olduğunu iddia eden, ama gerçekte tek kelimeyle cahil olan nicesinin “şair ve yazar” olduklarını, üstelik kitaplar yayımladıklarını görüyoruz. Türkçe’nin temel kavram ve kurallarından uzak, estetik değerlerden habersiz nice yazıların kitaplaştığını gördükçe bu kanıya varıyoruz.
Bu mesele de hâd bilmekle alakalıdır. Türkiye’deki kitap yayımlama enflasyonunun dünyada başka bir ülkede olmadığı biliniyor. Hemen herkesin kitap yayımladığı bir zamandan geçiyoruz. Parayı bastıranın kitap yayımlayarak kendine yazar sıfatını eklettiği bu dönem, kalitenin düştüğü ve okur sayısının da azaldığı bir süreci işaret ediyor. Temel dil bilgisi kurallarını bile bilmeden kitap yayımlamak günümüzün modası olurken, toplumun geldiği yeri de bize gösteriyor.
Aziz Nesin’in, “Türkiye’de her üç kişiden dördü şairdir” ifadesi, tam da bu durumu izah edecek bir söz. Usta gazeteci yazar rahmetli Çetin Altan “yazar adaylarına” seslenirken, “Başka yazarların hayatını incelemiş adamdan çıkar yazar. Sen kimseyi merak etmezsen kimse de seni merak etmez.” der ve şunları ekler:
“Klasikleri bileceksin. 17. Yüzyıl Fransız klasikleri, Yunan klasikleri insanlığın ortak lezzetini yakalamışlardır. Bunu ıskalıyorsan neyi kaybettiğinin farkında değilsin. Türkiye’de doğdun ama Dünya’da yaşıyorsun. Onun parçası haline gelmen ve Dünya edebiyatıyla haşır neşir olmak lazım. Hayatın ve yazının bir bedeli vardır. Bir koşucu o yarışı herkesten beş saniye önce koşmak için yıllarca çalışır. Biz bedel ödemek istemeyiz ama ödenmesi gerekir, kestirmeden olmaz. Bazen de sonuca varılmaz. O bedel anlatılamaz, yazıya layık olmaya çalışırken kendini yavaş yavaş ödetir.
Sanat, düşünce ve bilimle gelişir insan. Laboratuvardan geçiremediği bir konuyu, zihin ve estetikten geçirmeli sanatçı. İnsanlığın merakı sanat, düşünce ve bilimdir. Bunlara meraklı değilsen, hazineden geçiniyorsunuz, mesleğinin evrensel boyutu yoksa, olmaz. Bilim ve estetiğin kanatlarını çıkararak yazar olunur. Bilimi öğrenme merakı yoksa, hiçbir şeyi merak etmezse yazar olamaz insan. Çocukluğunda beğenilmemiş kişiler çoğunlukla sanatçı olur. Amaç ilgidir. Mutlu ve başarılı olmak aynı yolda geçmez. Ya mutlu olursun ya da başarılı olursun. Mutlu adam neden kendisini beğendirmeye çalışsın?”
Haddini bilmek en çok bizim yazar-çizer takımına lazım. Çetin Altan’ın yazarlık kriterlerini taşıyan kaç kişi var? Yok denecek kadar az. 1990’dan yılından bu tarafa yayımlanmış 10 bine yakın makale ve 500’ün üzerinde şiir denemelerim varken “neden kitap yayımlamıyorsun” diye sorduklarında, hep bu sözleri gelir aklıma Çetin Altan’ın. Birçok klasiği okumama, ayda en az 2 kitabı devirmeme, okuduğum kitaplardan özet çıkarmama ve kitaplığımızdaki binlerce kitaba rağmen, bir adım geride dururum.
Ünlü besteci ve söz yazarı rahmetli Şemsi Belli’nin 1990’lı yıllarda yayımladığı “Şiir Defteri” adlı dergisinde şiirlerim yayımlanmıştı. Kapakta yer alan Nazım Hikmet başta olmak üzere her biri birer marka olan isimlerin yanında kendi ismimi görünce yüzüm kızarmıştı. Nedenini bilmiyorum ama sevinçle utanmak arasındaki bir duygu karışımıydı yaşadığım. Edebiyatta Seçki, Taş ve Şiir dergileri ile devam etti şiir yolculuğum. Ama hiçbirini kitaplaştıracak kadar cesur değilim hala…
Mevlâna’ya “O kadar okursun, o kadar yazarsın, ne bilirsin?” diye sorduklarında O’nun verdiği cevap “Haddimi bilirim…” olmuş.
Nefsime yenik düşüp bu yazıyı kaleme alarak ben de bu kez haddimi bilemedim.
Okurlar haklarını helal etsinler…
(Gazeteci-yazar Hüseyin Alpay’ın bu köşe yazısı ilk olarak 15 Mayıs 2019’da yayımlanmıştır.)