“Hemşericilik” Anadolu’ya özgü bir durumdur. Taşradan büyükşehirlere gittiğinizde ilinize ait plakaları daha iyi ayırt edersiniz. Buna psikolojide “algıda seçicilik” diyorlar. Kendinize muhit seçerken hemşerilerinizin yoğun yaşadığı semtleri ararsınız, şehrinizle ilgili sizi mutlu edecek ne varsa onlarla ilgilenmek istersiniz.

Ama eğer şehrinizi terk etmediyseniz ve metropollerin her türlü cazibesine karşı “kalmayı” tercih ettiyseniz, işiniz zor. Kaldığınız yerde grip olsanız “kanser oldu”, ayağınız tökezlese “ne güzel düştü”, burnunuz kanasa “beyin kanaması geçirdi”, eğlenseniz “gömü buldu”, ölseniz (mecburen) “iyi adamdı” derler.

Küçük şehir psikozudur bu. Yapılacak en iyi ve en yaygın iş “başkalarının muhasebesini tutmak” olunca, dedikodu sarmalı da büyür gider işte. Hayatı boyunca hiçbir şey olamamış koskoca insanların onun bunun muhasebesini tuttuklarını görünce bunu daha iyi anlarsınız. 

Köyünde maraba, şehrinde amele olan, ama eline üç beş kuruş para geçince yaşadığı ezik hayatın intikamını görgüsüzlük yaparak almaya çalışanlar da işin başka bir tarafı.

STK ve dernek seçimlerinde bile aynı şark kurnazlığını yaşarsınız. Amele zihniyetiyle seçim kazanmayı zafer sayanları şöyle bir yakın mercek altına alsanız neler görürsünüz, neler. Önemli de değil kimsenin mercek altındaki hayatı, ama kendi kapısının önündeki çöpü görmeyenlerin başkalarında kusur saydıklarını dedikodu meselesine getirmeleridir söz konusu olan. Ne demişti Özdemir Asaf bunlar için: 

“Kendi bahçesinde dal olamayanın biri, girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor…”

Gelgelelim ki Tokat’ta hepimiz bir kaderi ortak yaşıyoruz. Anadolu’nun her şehrindeki insanlar gibi aynı kaderin ortaklarıyız. Çirkinlikleri kapatacak, eksikleri giderecek, olmazları olduracak, güzeli-iyiyi-olumlu olanı öne çıkaracak “ortak iradeye” ihtiyacımız var. Hep olumsuzluklardan beslenecek değiliz. Onun bunun kuyusunu kazmayı bırakacak, dedikoduya son verecek, hasetliği-fesatlığı bir kenara koyacak ve sadece bu şehrin iyiliği için yapılması gereken bu ortak iradeyi göstermek zorundayız. 

Yapamazsak yanarız!

Hem ne demişti Kemal Sayar: 

“Kötülükle aynı dilden konuştuğunda, onun saltanatı güçlenir. Marifet, onu dilsiz bırakmakta…”

O vakit, kötülüğü dilsiz bırakacağız!

“100 yılın Tokat’ı” diye bir kitap hazırlığı içerisindeyim. Kitap çalışmam için okuduğum kaynakları derinlemesine incelediğimde görüyorum ki bu şehrin bugün geldiği yer, 100 yıllık süreçte hak ettiği bir yer değil. Biz şehir olarak çok daha iyisini, çok daha fazlasını ve çok daha kalitelisini hak ediyoruz. Ama işte gelin görün ki aramızdaki “uyumsuzluklar” ayağımızı tökezletiyor. Her şeyden önce bu uyumsuzlukları uyuma çevirecek işbirliklerine açık olmalıyız. Siyaseti, etnisiteyi, kavimciliği, şark kurnazlığını, dedikoduyu, fitneyi, arkadan iş çevirmeyi ve her türlü madrabazlığı bırakarak yola devam edilmelidir.

Alışkanlıkları bir anda bırakmak zor gelir. Hatta hayatlarında çadır kurmayı beceremeyenlerin, Ankara’da 2 kez parti kuran adamın dedikodusunu yaparken birden bire bu işlere son vermeleri hayalcilik bile olabilir. Cümle, fiil, yapım-çekim eki, özne, nesne, kelime yapısı gibi kavramlardan habersiz, kendine “gazeteci-yazar süsü” verenlerin de cambazlıklarını ve ikiyüzlülüklerini bırakmaları zordur elbette. 

Ama Tokatlı olmak şerefli olmakla başlar, şereften uzaklaşılırsa biter, bunu anlamak ve içselleştirmek lazımdır.