Gazi’de öğrenciyken yaz tatilinde köydeydim. Tekkeye çıkılacak dediler. Tekkede kurbanlar kesilir lokma pişene kadar yaşlılar ibadet eder, gençler, halay çekerlerdi. Ben de gitmek istedim tekkeye.

Gitmeden önce eniştemden tabancasını istedim. Eller gibi iki el de ben kurşunlayım göğü diye.

Tabancayı verdi eniştem.

-Çek bakalım şarjörü! Biraz nazik davrandığımı görünce elimden aldığı tabancanın şarjörünü sertçe çektikten sonra geri verdi ve:

-Bak kayın, kadınla silaha yumuşaklık yaramaz bunu unutma! Bu sözle Tevfik Fikret’in “Kadın deniz gibidir, hiç güvenmek olmaz ha!” dizesini anımsadım.

Özellikle Müslüman toplumlarında anamız, avradımız, bacımız, kızımız diyor, yine de denizle, silahla eş tutup onlara güvenilemeyeceği kanaatinde birleşiveriyoruz. İşimiz düşünce temiz evimizi görüyor, “Kadın eli değdiği belli oluyor, canım” diyerek onları göklere çıkarıyor. Sonra da okumuş okumamış olarak fikir birliği edip kadınlarımıza güvenilmeyeceğini gözümüzü kırpmadan ilan ediveriyoruz.

Dul kadınların gül gibi geçinmelerinin yanında dul erkeklerin nasıl süründüklerini görünce kadının kıymeti daha iyi anlaşılmıyor mu?

Hıristiyan toplumlarının ilerlemeleri, Müslümanları istedikleri gibi sömürmelerinin bir sebebi de kadına verdikleri değer olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum.

Bu konuda yüce Atatürk’ümüzün büyüklüğü, kadına bakış açısından dolayı devleştikçe devleşiyor...

06.12.2022