Cepli yeleğinin bir cebinde sigara, diğer cebinde ise çakmağı vardı. O görmeden cebindeki ağzı açık sigara paketinden bir adet sigarayı alır, masanın çekmecesine koyardım. Babamın sigarası da gündüz vakti dükkanımızdaki masanın çekmecesinde olurdu. Sonra “Şefik Dayı sana babamın sigarasından ikram edeyim, yorgunluğunu alır” derdim ve kendi sigarasını ona verirdim. “Babasından cömert bu çocuk” derdi… Çocuk aklı işte, mizahı seven “mukallit” bir adam olduğu için biz çok severdik onu ve böyle küçük şakalar yapardık.
Babamı çok severdi, bütün alışverişini bizden yapardı. Arada küserdi şakalardan dolayı; eşref saatine denk gelmediyse o şakalar yapanın vay halineydi… Dükkanımızın ve semtimizin tombik, neşeli ve nüktedan “Şefik Dayı”sı, anlattığı hikayelerle de zamanın akışına güzel notlar bırakan efsane bir insandı. Orman Dairesi’nde çalışır, sabah erkenden işe gider, akşam eve dönerken alışveriş yapmasa bile mutlaka dükkanımıza uğrar sohbet ederdi.
Takılmayı sever, fıkralar anlatır, yüzünde gülümsemeyi eksik etmezdi. Ama bazen işte, babamın tabiriyle “Çerkes damarı tutar” çok sinirli olurdu. Küstüğü vakit dükkanın içine girmez, beni dışarıya çağırır, siparişlerini söyler kapıda beklerdi. Yine terk etmezdi babamı! Ben de hemen bir sandalye götürür, çayını söyler, bu arada siparişlerini hazırlayıp evine kadar eşlik ederdim kendisine. Çok mutlu olurdu. Çok da severdi beni. Belki de hiç çocuğu olmamasından dolayı apayrı severdi… E tabi babamla küslükleri uzun da sürmez, babam ne yapar eder gönlünü alırdı.
Bir gün Tokat biberi alırken babama “Acı mı tatlı mı” diye soracakken, “Tahsin bunlar acı mı zehir mi” diye sordu. Sonra kendisi de güldü söylediğine. “Bizim Çerkeslerden biri yeni baba olmuş birisine çocuğun cinsiyetini sormak istemiş, ‘kız mı oğlan mı diyeceğine, oğlan mı çocuk mu?’ diye sormuş. Benimki de o hesap oldu ya ülen!” dedi. Sonra başka bir fıkra anlatmıştı:
“Adamın birinin çocuğu olmuş, beşik almak için pazara gitmiş. Ama ‘beşik’ sözcüğünü unutmuş, satıcılara tarif ederek bulmak istemiş. ‘Kıyıları şak şak, ortası yumuşak, içinde bizim Hacı Osman yatacak!’ Adamcağızı pazardaki herkes yanlış anlamış ve bir ton sopa yemiş…”
Anlatırken nasıl da içten ve heyecanlı anlatırdı… Unuttuğumuz inceliklerin, zarafetin ve hoşgörünün timsali olarak andığımız büyüklerimizin simge isimlerindendi Şefik Dayı. Kışla Mahallesi’nin, Sulusokağın, mescitlerin, camilerin, kahvelerin, dükkanların ve çokça bereketin olduğu o günlerin bir Ramazan günü aklıma gelmesiyle hatırladım Şefik Dayı’yı. Zaten arada sırada çocuklara da anlatırım onu, diğerleri gibi.
Alacamescit’in kertenkeleli minaresinde okunan makamlı ezanlar, naftalin kokan dükkanlar, küçüğün büyüğü, büyüğün küçüğü bildiği o günler bir daha gelmeyecek.
Lakin o günlerin hatırına daha çok hoşgörü, sevgi, yardımlaşma ve anlayışla kuşatalım çevremizi. Yapay ayrışmaları, dedikoduları, ‘siz/biz’ bölünmesini bir kanara bırakalım. Elimizden geldiğince herkese yardımcı olalım. Yük olmayalım, yük alalım.
Paylaşmak ve infak etmenin verdiği hissi sadece Ramazanlarda değil senenin her ayında yaşamaya çalışalım.
Çünkü bu dünya Şefik Dayı’nın cepli yeleği kadar küçük ve geçici.
Kalıcı olana talipli olanlar, sözüm size…