Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma (TEMA) Vakfı Tokat Şubesi Başkanı Oğuzhan Aydın ile Tokat'ta maden arama ruhsatı talep edilen köylerin muhtarları ve doğa koruma dernekleri başkanları basın toplantısı düzenledi. Fırınistan Kafe'de düzenlenen kahvaltılı basın toplantısında Tokat'ta yapılması planlanan madencilik faaliyetlerinin ekolojik ve ekonomik gelecek için oluşturduğu ciddi tehlikelere dikkat çekildi. Başkan Aydın, özellikle yeni maden yasası ve mevcut maden arama ruhsatlarının Tokat'ın zengin tarım potansiyelini, hassas su kaynaklarını ve genel ekosistemini nasıl tehdit ettiğini ayrıntılı bir şekilde anlattı. “Yasa korumazsa maden yaşatmaz. Yasaların doğamızı korumasını istiyoruz. Biz de doğamızı, Devletimizi koruyoruz.” dedi.KİMLER KATILDI?
Tema Vakfı Tokat Şubesinin basın toplantısı için Başkan Oğuzhan Aydın ile birlikte şu isimler katıldı. Oğuzhan Aydın (Tema Vakfı Tokat İl Temsilcisi). Metin Uyar (Tema Vakfı Tokat Merkez İlçe Sorumlusu). Halil Bakan (Tema Gönüllüsü). Birol Özer (Tema Gönüllüsü). Hasan Küçük Karagöz (Göllülan Muhtarı). Zafer İnanç (Yazıcık Beldesi Doğa Koruma Derneği). Murat Topaç (Günçalı Köyü Muhtarı). Bahattin Yıldız (Mülk Köyü Muhtarı). İbrahim Ceylan (Güzelce Köyü Muhtarı). Metin Oğlakçı (Üçgöl Köyü Muhtarı). Hacı Ali Destebaşı (Aydoğdu Köyü Muhtarı). Kurtuluş Çelik (Kurtul Köyü Muhtarı). Turan Deniz (Çerkez Fındıcak Doğa Koruma Derneği).
TEMA, MUHTARLAR, DOĞA DERNEKLERİ BİR ARADA
Basın toplantısına katılan Tokat'taki maden arama ruhsatı talep edilen köylerin muhtarları ve doğa koruma dernekleri başkanları da Aydın'ın dile getirdiği kaygıları destekleyerek kendi mücadelelerini aktardılar. Aydın, konuşmasının başlangıcında bu mücadelede yalnız olmadıklarını ve muhtarların bu süreçte gösterdiği direncin önemini vurguladı. Köy muhtarları da bizatihi kendi köyleri ve civar köyleri ile birlikte çok geniş bir alanın doğa felaketleri ile karşı karşıya olduğunu vurguladılar. Yer altı suları, yüzey suları ve topraklarının yok olacağını, kirletileceğini anlattılar. Topyekun, daha işe başlamadan, arama faaliyetlerine girişilmeden tepkinin öne çıkarılması vurgulandı.
Yeni Maden Yasasının Getirdikleri
Oğuzhan Aydın, konuşmasında 1985 yılında çıkarılan ve bugüne kadar 20 kez değiştirilen maden yasasının, son olarak geçtiğimiz temmuz ayında yapılan değişikliklerle birlikte madencilik şirketleri lehine daha da esnek hale getirildiğini belirtti.
Aydın, bu değişikliklerin getirdiği tehlikeleri dört ana başlık altında topladı;
1. Yetki Karmaşası ve Denetim Zafiyeti: Yeni yasaya göre, ruhsatı veren kurum olan Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG), aynı zamanda çevresel etki değerlendirme (ÇED) sürecini de yürütecek. Aydın, bu durumun, "kendi verdiği izni yine kendisinin denetlemesi" gibi ciddi bir çıkar çatışması oluşturacağını ve tarafsız bir denetim sürecini imkânsız hale getireceğini savundu. Çevresel denetim yetkisinin MAPEG'e devredilmesiyle, çevresel hassasiyetlerin göz ardı edilme riskinin çok yükseldiğini ifade etti.
2. Teşvik ve Kredi Kolaylığı: Yeni yasa, maden şirketlerinin ÇED raporu olumlu sonuçlanmadan dahi devlet teşviklerinden ve banka kredilerinden yararlanmasına olanak tanıyor. Aydın, bu durumun, devletin kendi eliyle bir madencilik projesini finanse etmesi anlamına geleceğini ve ÇED sürecinin olumsuz sonuçlanması durumunda bile geri dönüşü olmayan yatırımların yapılmış olacağını söyledi. Bir projenin daha başlamadan devlet tarafından desteklenmesi, ÇED raporunun reddedilme ihtimalini neredeyse ortadan kaldıracak bir baskı unsuru yaratacaktır.
3. ÇED Sürecinin Hızlandırılması: ÇED raporlarının incelenmesi için daha önce bir yıl olan sürenin üç aya indirilmesi, uzmanların projeleri detaylı bir şekilde incelemesini ve kamuoyunun görüş bildirmesini zorlaştıracak. Aydın, özellikle Tokat'ın coğrafi yapısı ve kış şartları düşünüldüğünde, kültürel varlıkların yerinde incelenmesi gibi süreçlerin üç aylık süreye sığmasının mümkün olmadığını vurguladı. Cevap vermeyen kurumların görüşlerinin olumlu sayılacak olması, bürokratik engelleri aşmak için bir "kolaylık" olarak sunulsa da, çevresel ve kültürel mirasın korunmasında büyük zafiyetler yaratacaktır.
4. Acele Kamulaştırma: Yasanın getirdiği bir diğer önemli tehlike de "üstün kamu yararı" adı altında kurulacak özel bir kurulun acele kamulaştırma kararı alabilmesi. Bu kurulun Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Çevre ve Şehircilik Bakanı, Enerji Bakanı gibi üst düzey yetkililerden oluşacak olması, yerel itirazları ve hukuki süreçleri devre dışı bırakabilecek bir güç yapısı oluşturacak. Aydın, bu durumun, yerel halkın ve muhtarların yıllardır sürdürdüğü hukuki mücadeleleri bile bir anda hükümsüz kılabileceğini ve maden şirketlerinin itirazları kolayca aşmasını sağlayacağını belirtti.Tokat'ın Tarım Kimliği Tehdit Altında
Oğuzhan Aydın, konuşmasının en önemli bölümlerinden birini Tokat'ın tarım potansiyelini ve bu potansiyelin madencilik faaliyetleri nedeniyle nasıl risk altında olduğunu anlatmaya ayırdı.
• Türkiye'nin En Büyük Tarım Alanlarından Biri: Aydın, Tokat'ın 360 bin hektarlık tarımsal arazisinin, Türkiye'deki sekiz ilin toplam yüzölçümünden daha büyük olduğunu belirterek, ilin sahip olduğu tarımsal zenginliğin boyutunu gözler önüne serdi. Tokat'ın ayrıca 447 bin hektar orman arazisi ve geniş çayır-mera alanlarıyla da önemli bir ekolojik değere sahip olduğunu ekledi.
• Tarımda Önemli Bir Üretim Merkezi: Tokat'ın Türkiye'de şeker pancarı, kuru soğan, sade fasulye ve sarımsak gibi birçok üründe ilk beşte yer alması, ilin tarımsal üretimdeki kritik rolünü ortaya koyuyor. Aydın, bu rakamların, Tokat'ın sanayi veya turizmden ziyade tarımla öne çıkan bir şehir olduğunu gösterdiğini söyledi ve tüm bu zenginliğin madencilik uğruna heba edilmemesi gerektiğini vurguladı.
• Büyük Ova Koruma Alanları ile Maden Faaliyetlerinin Çelişkisi: Devletin, Tokat'ta Kazova, Erbaa Ovası, Niksar Ovası gibi tam sekiz adet "Büyük Ova Koruma Alanı" ilan ederek tarımı desteklemesini olumlu bulduğunu belirten Aydın, ancak aynı zamanda bu ovaların üst kotlarında maden arama ruhsatları verilmesini büyük bir çelişki olarak değerlendirdi. "Dağıyla ovası birdir." diyen Aydın, dağlarda yapılacak olan maden faaliyetlerinin, siyanür ve ağır metallerle kirlenecek sular aracılığıyla ovalardaki tarım arazilerini de geri dönülmez şekilde kirleteceğini anlattı. Yazıcık'ta yapılacak bir madencilik faaliyetinin Niksar Ovası'nın taban suyunu etkileyeceğini ve bunun tüm bölgenin tarımını tehdit edeceğini vurguladı.
Altın Madenciliğinin Yıkıcı Etkileri
Aydın, konuşmasının en çarpıcı kısmında altın madenciliğinin doğaya verdiği geri dönüşü olmayan zararları bilimsel verilerle açıkladı.
• Yüksek Kazı Miktarı ve Düşük Tenör: Modern altın madenciliğinin, eski kovboy filmlerindeki gibi küçük galerilerde yapılmadığını, devasa açık alan kazılarıyla yürütüldüğünü söyledi. Türkiye'deki altın yataklarının tenör miktarının (topraktaki altın oranı) oldukça düşük olması nedeniyle, birkaç gram altın için tonlarca toprağın kazılması gerektiğini belirtti. Uşak Eşme Kışla örneğini vererek, bir kilometre genişliğinde ve 400 metre derinliğinde yapılan kazıların, maden alanı ve çevresini adeta bir ay yüzeyine çevirdiğini ve bu alanların eski haline dönmesinin imkânsız olduğunu vurguladı. Birleşmiş Milletler madencilik komisyonunun, "bir alanda altın madeni açılacaksa, oranın bir daha eski haline getirilemeyeceğini bilin" yönündeki uyarısını hatırlattı.
• Siyanür Kullanımı ve Su Kirliliği: Altın madenciliğinin en büyük tehlikelerinden biri, altını topraktan ayırmak için siyanürlü su kullanılmasıdır. Aydın, kazılan milyonlarca ton toprağın bir alanda yığılacağını ve üzerine siyanürlü su püskürtülerek altının ayrıştırıldığını anlattı. Bu siyanürlü suların toplandığı atık havuzlarının, hem sızıntı hem de patlama riskleriyle çevreyi tehdit ettiğini belirtti. Şebinkarahisar'daki atık havuzu patlamasını örnek göstererek, patlama sonrasında bölgedeki derelerden alınan su numunelerinde kurşun, çinko ve arsenik gibi ağır metallerin limit değerlerin çok üzerinde çıktığını ve bu kirliliğin sekiz ay sonra bile devam ettiğini bilimsel raporlarla ortaya koydu. Bu ağır metallerin tarım arazilerini ve içme sularını kalıcı olarak kirleteceğini vurguladı.
• Su Kaynaklarının Tüketimi ve Patlatma Faaliyetleri: Aydın, altın madenciliğinin ilk koşulunun "altın değil, su" olduğunu belirterek, bir maden ocağının yıkama işlemleri için milyonlarca metreküp suyu tükettiğini söyledi. Uşak Kışla'daki bir altın madeninin yılda 1.13 milyon metreküp su tükettiğini belirterek, bu su miktarının binlerce dönüm tarım arazisinin sulanmasına yeteceğini anlattı. Madencilikte kullanılan dinamit ve amonyum karışımı patlayıcıların da taban sularının akışını değiştireceğini ve Tokat'ın fay hatları üzerinde olması nedeniyle bu patlatma faaliyetlerinin doğal dengeyi bozarak heyelan ve deprem risklerini tetikleyebileceğini dile getirdi.Sivil Toplum ve Basın İşbirliği Çağrısı
Konuşmasının sonunda Oğuzhan Aydın, TEMA Vakfı ve bölge muhtarları olarak verdikleri bu onurlu mücadelenin kamuoyu desteği olmadan başarıya ulaşamayacağını belirtti. 2020 yılında başlattıkları imza kampanyasıyla ön aramalara dahi ÇED raporu alınması taleplerinin karşılık bulduğunu ve bunun Türkiye'de bir ilk olduğunu hatırlattı. Bu başarının, basın mensuplarının desteğiyle gerçekleştiğini vurgulayan Aydın, yerel basına bir kez daha seslenerek, Tokat'ın bir tarım şehri olduğu gerçeğini ve madenciliğin getireceği tehlikeleri kamuoyuna doğru bir şekilde aktarmalarını istedi. Aydın, bu mücadelenin, siyasete veya kişisel çıkarlara değil, sadece toprağın, suyun ve gelecek nesillerin hakkını savunmaya dayandığının altını çizdi.GAZETECİ FATİH KILIÇ’TAN PAYLAŞIM
Toplantıya katılan basın mensuplarından gazeteci Fatih Kılıç, sosyal mecrasında şunları paylaştı:
“DOĞANIN DİLİ, PARANIN DİNİ İMANI...
* Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma (TEMA) Vakfı Tokat Başkanı Oğuzhan Aydın ile Tokat'ta maden arama ruhsatı talep edilen köylerin muhtarları ve doğa koruma dernekleri başkanlarının basın toplantısında ağızlardan çıkan cümleler oldu.
* Uzun uzadıya yazılabilir. Yer altı zenginliklerimiz kıymetli, vatan için, refah için önemli denebilir. Çok şey denebilir elbette.
* Paranın dini imanı yok ve ne yazık ki dili de pabuç gibi. Her yerde sözünü geçirmeye gücü de haddi de var gibi...
* Keşke DOĞANIN DİLİ OLSA! Ya da var olan dili anlayan materyalist kafaların vicdanlıları dile gelse! Kâr/zarar dengesini doğadan, insanlıktan yana tutabilse!
* O tahrip edilecek doğanın bir daha geri gelmeyeceğini, yer altı sularını, yer üstü sularını tüketip kirleteceğini düşünmeden, komşu köyde yanan ateşten bir gün kendilerinin de zarar göreceğini bilip de topyekun tavır sergilemeden kurtulmaz toprak, doğa ve insan...


