E. Tarım İl Müdürü Yaşar Kavak yazdı: “Buğday ile koyun, gerisi oyun" sözü, aslında bir uyarıdır. Tarım ve hayvancılık yoksa ne sanayi vardır ne şehir.”
Ülkemiz, binlerce yıllık tarım kültürüyle kadim medeniyetlerin yeşerdiği bereketli toprakların mirasçısıdır. Bu coğrafyanın tarıma dayalı geçmişi, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir kimlik meselesidir. Bu bağlamda halk arasında sıkça kullanılan “Buğday ile koyun, gerisi oyun” sözü; üretimin, özellikle de tarım ve hayvancılığın vazgeçilmezliğine dikkat çeker. Bu bizim coğrafyamızın ve kültürümüzün en iyi ifade edildiği bir sözdür. İnsanlar hangi coğrafyada yaşıyorsa o coğrafyanın ürünleri ile beslenir. Anadolu coğrafyası, Orta Anadolu, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi yılda 300-400 milimetre yağış almaktadır. 400 milimetre yağış olduğu zaman orada sadece koyunların ağız yapısına uygun ot yetiştiği görülmektedir.
Küçükbaş hayvan yetiştiriciliği, et, süt, yün, kıl ve deri gibi ürünlerle dondurmadan tekstil sektörü ürünlerine kadar geniş bir çerçevede önem taşımaktadır. Koyun ve keçilerden elde edilen besinler insan beslenmesinde hayati bir öneme sahiptir. Hayvansal proteinin ucuz ve erişilebilir bir şekilde tedarik edilmesi ve toplumların dengeli ve yeterli beslenmeleri açısından bu sektör son derece önemlidir.
Yeryüzünde insanoğlunun ilk geçim kaynaklarından biri olarak bilinen küçükbaş hayvancılık, tarih boyunca tarımsal ekonomideki yerini büyük bir ölçüde korumuş ve günümüzde de dünya çapında milyonlarca kişiye iş imkânı sağlamaktadır. Koyun ve keçiler yetersiz mera ve elverişsiz iklim koşullarına uyum sağlama yetenekleriyle ön plana çıkmaktadır.
Bu durum özellikle gelişmekte olan ülkeler için önemlidir. Meradan en iyi şekilde yararlanabilen, merayı en iyi şekilde değerlendiren, yılın her döneminde merayı kullanabilen küçükbaş hayvanlar Türkiye’nin coğrafi yapısına son derece uygundur. Koyun ve keçinin tarımsal üretimin verimsiz olduğu alanlara kısa sürede uyum göstermesi, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de bu dezavantajı büyük bir fırsata dönüştürebilir.
Buğday Üretim Durumu;
Türkiye’de son üç yıllık buğday üretimimizin ortalaması 20 milyon tondur.
Tarımın sürdürülebilirliği sadece üretmekle değil, verimlilikle mümkündür. Türkiye’de ortalama buğday verimi 2023 yılında dekara 280–300 kg civarındayken, gelişmiş ülkelerde bu oran 600 kg’ın üzerindedir. TÜİK verilerine yaklaşık 10 milyon ton civarında da buğday ithal edilmiştir. Zaman zaman Ulusal basında neden buğday ithal ediyoruz diyenlere aşağıdaki sıraladığımız nedenler ile ithalat yaptığımızı belirtmek isterim.
Türkiye’de buğday üretimi büyük ölçüde yeterli olmasına rağmen dışarıdan buğday ithalatı yapılmasının birkaç temel nedeni vardır. Bu nedenleri ekonomik, tarımsal, ticari ve stratejik açılardan açıklayabiliriz:
Türkiye’de üretilen buğday genellikle ekmeklik buğday olup, makarnalık ya da bisküvilik gibi özel amaçlı kaliteli buğday ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalabiliyor. Sanayi için gerekli olan:
Yüksek proteinli, Sert yapılı, Dahilde İşleme Rejimi (DİR) Bu sistem, Türkiye'nin dışardan buğday ithal edip iç piyasaya sunmadan işleyip yeniden ihraç etmesine imkân tanır.
Düşük rutubetli buğdaylar bazı ülkelerden (örneğin Kanada, Rusya, Ukrayna) ithal ediliyor.
Türkiye, ithal ettiği buğdaydan un, makarna, irmik gibi ürünler üretip dış pazarlara satar.
Bu sistem, ihracatçı sanayiciyi destekler ama ithalat rakamlarını da yüksek gösterir.
Yani buğday ithalatı görünse de aslında çoğu tekrar işlenip ihraç edilmektedir.
Tüm bunlara rağmen buğday üretiminde, kendi kendine yeterlilik oranımızın %95,9’ olduğunu görmekteyiz.
Küçükbaş hayvancılık da durum;
Türkiye’de 2002 yılı itibarıyla 32 milyon olan küçükbaş hayvan (koyun ve keçi) varlığı, 2024 yılında 54 milyona ulaşmıştır. Türkiye’de kişi başı et tüketimi 51 kg. civarındadır. Bu rakamın 22 kg’ı tavuk eti, 20 kg’ı sığır eti, 7 kg’ı koyun eti, 2 kg’ı keçi etinden oluşmaktadır. Türkiye’de göçmen statüsünde olanların ve turistlerin tüketimi düşüldüğünde bu rakam 46-47 kg arasına gerilemektedir. Dünya ortalaması 43 kg’dır.
"Buğday ile koyun, gerisi oyun" sözü, aslında bir uyarıdır. Tarım ve hayvancılık yoksa ne sanayi vardır ne şehir. Ne sağlıklı birey yetişir, ne sürdürülebilir bir ekonomi oluşur. Toplumun her kesimi, özellikle de karar vericiler bu uyarıyı ciddiye almalı, tarımı bir beka meselesi olarak görmelidir.
Unutulmamalıdır ki, kendi buğdayını üretemeyen, kendi koyununu besleyemeyen bir milletin oyun dışı kalması an meselesidir.
Tarım politikalarımızda daha rasyonel, daha çevreci ve daha sürdürülebilir bir yapıya geçmemiz yalnızca ekonomik bir zorunluluk değil, aynı zamanda gelecek nesiller için gıda güvenliğini teminat altına almanın da en güçlü yoludur.
Hayvancılığın geleceği:
* Küçük ama ölçekli
* Yerel ama verimli
* Geleneksel ama teknolojik altyapıya entegre bir modelle mümkündür.
Bugün Türkiye’de kırmızı et tüketimi içerisinde büyükbaş hayvan etinin payı %39 iken, gelişmiş ülkelerde bu oran %25. Bu nedenle küçükbaş et tüketimini artırmak bir zorunluluktur.
İstanbul Sanayi Odası’nın hazırladığı Hayvancılık Sektörüne Bakış raporunun lansman toplantısında, İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’ın bu sözleri dikkate değerdir:
Türkiye; üretebilen, üretemediğini ithal ederek işleyip ihraç edebilen ve transit ticaretten pay alabilen dünyanın sayılı tarım ülkeleri arasındadır. Bulunduğu coğrafya olarak tarım-gıda üssü, köprü konumundadır. Yurtiçi üretim potansiyelini daha verimli kullanarak uluslararası üstünlüğünü pekiştirmelidir. Hayvancılık bu açıdan son derece kritik bir sektördür. İthalat bağımlılığından kurtulabilen bir Türkiye, bölgesinde ihracat üssü olmaya da adaydır.
Çözüm; tarım ve hayvancılığı stratejik bir sektör olarak yeniden ele almaktan geçer. Üreticiye yönelik desteklerin artırılması, gençlerin kırsalda kalması için sosyal ve ekonomik teşviklerin sunulması, meraların korunması ve bilinçli kullanımı gibi adımlar ivedilikle atılmalıdır. Ayrıca tüketici bilinci de bu sürecin önemli bir parçasıdır; yerli üretimi tercih eden bilinçli tüketici, sürdürülebilir tarım politikalarının en güçlü destekçisidir. Küçükbaş hayvancılık, Anadolu’nun binlerce yıllık geleneğidir. Yaylalar, meralar ve dağ köyleri yüzyıllar boyunca koyun sürülerinin sesiyle yankılanmıştır. Ancak son yıllarda artan maliyetler, genç nüfusun köylerden kente göçü ve meraların amaç dışı kullanımı, koyunculuğu büyük ölçüde zayıflatmıştır. Oysa küçükbaş hayvancılık; kırmızı et arzının devamlılığı, yün ve süt ürünleri üretimi ile ekolojik dengenin korunması açısından vazgeçilmezdir.
Sonuç olarak; dağlar koyunsuz kalmamalı ki doğanın dengesi bozulmasın, sofralar etsiz ve ekmeksiz kalmamalı ki toplum sağlığı ve gıda güvencesi tehlikeye düşmesin. Unutulmamalıdır ki tarım, sadece çiftçinin değil, 86 milyonun meselesidir.