İnsanların mesleki konulardaki başarıları, “dünyevi” meselelerde önemlidir. Kariyer dediğimiz başarı özetlerindeki her “çentik” sahibini onurlandırır. Mesleklerinde isim yapmış kişilerin başarı hanelerine yazdırdıkları her olguda alın teri ve ödenmiş bir bedel yer alır.

İşte o alın teri ve bedelin harmanlandığı “emek” bugünün ve geleceğin de yol haritasını çizer. Mesleğinizde gösterdiğiniz başarıların yanına “dokunduğunuz” her yürek de size referans olur. Elinden tuttuğunuz bir yetim, başını okşadığınız bir çocuk, sobasına odun aldığınız gariban, akan damını onardığınız yaşlı amca ya da teyze, hepsi, sizin gerçekteki en önemli referanslarınızdır.

Çalıştığınız kişi ya da kurumların referanslarından çok daha önemli olan bu referanslarla hem bu dünyadaki yolculuğunuzu hem de Hak katındaki yerinizi güvene alırsınız. Birinin elinden tutup yol gösterirseniz, düşeni kaldırırsanız, hastaya ilaç, yoksula umut olursanız durduğunuz yerde kıymetiniz katlanarak artar.

Önemli, değerli ve kıymetli olmak herkese nasip olmaz.

Yaşadığınız şehre kattığınız değerlerle isminiz unutulmazlar arasında yer alır.

Öte yandan siyasetin derin dehlizlerinde yürürken şahit olduğumuz olaylar, adına “tecrübe” dediğimiz insana özgü bir kazanımı ifade ediyor.

Yol arkadaşlarınız, sevenleriniz, destekçileriniz, seviyor görünüp de tökezlemenizi bekleyen sevmeyenleriniz ile yaptığınız yolculuk size çok şey öğretir.

Yerelde yaptığınız politikanın ayrı, ülke genelinde yapabildiğiniz siyasetin apayrı özellikleri vardır. Bu yazıda biraz yereli yazalım istedim. Gördüğüm odur ki bu şehre özgü siyasetin, kendi doğasında yarattığı bir tahribat var.

Bu tahribat kendini “seçim kazanmak için her yol mubah” anlayışıyla gösteriyor, “sonuç alana kadar her şeyi yapmak serbest” mantığıyla zirveye çıkarıyor. Ama kazanan memleket olmuyor. Bu hazin anlayışın tek kazananı ayrışmak ve cepheleşmek olurken, kaybeden şehir oluyor. Bu şehrin evlatları, kazanmak hırsıyla yanıp kavrulan bir avuç militarist yüzünden rahatsızlık boyutuna varan olaylarla karşılaşırken, hepimiz bunlardan üzüntü duymalıyız.

Mesele sadece seçim kazanmaktan ibaret olsaydı, bugüne kadar kazanan birçok ismin şimdi neden hatırlanmadıklarını sorgulamamız gerekir. Gönül almayı esas mesele yapan, yazının girişindeki ifadelerimizle, “elinden tutulan bir yetimi, başı okşanan bir çocuğu, sobasına odun alınan garibanı, akan damı onarılan yaşlı amca ya da teyzeyi en önemli referans” olarak gören kim ya da kimler varsa, yine onlar kazanır. Kıran, vuran kibir putları değil, iyilik kazanır anlayacağınız.

Ali Şeriati, “Roma’yı yakıp uzaktan resmini çizmek isteyen de insan, o yangında Kilise’nin yanmaması için canını veren Budist Rahip de insandır.” der. Bu kadar karşıtlığı içerisinde barındıran, iyi ile kötünün mücadelesini veren başka bir canlı türü yoktur sanırım.

Memleketimizi seviyorsak iyi insan olalım.

Partisi, ideolojisi, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun herkes iyi insan olmakla mükelleftir. Olamayanlarla yolumuzu ayıralım, bu şehrin havasını suyunu haram edelim onlara. Kötüler barınmasın bu coğrafyada. Sezai Karakoç’un ifadeleriyle, “Kötülüğü bitiremeyiz ama iyiliği çoğaltabiliriz” anlayışıyla yolumuza bakalım.

Ve “Yol uzun, uzak. Kalbimizden başka pusula da yok gövdemizin cebinde” diyen İsmet Özel’i anarak bitirelim köşemizi…