Kentlerin mimarisinin rant anlayışıyla çirkinleştiği, estetik kaygılardan uzak yapıların çoğaldığı günümüz Türkiye’sinde, bir de deprem gerçeği aklımıza gelince tedirgin olmamak elde değil. Bu şehirde bile 50-60 yıllık apartmanların olduğunu hepimiz biliyoruz.

Ama buna rağmen “kentsel dönüşüm” meselesini sadece kıyıda kalmış mahalleler için konuşabiliyoruz.

Tabi onu da henüz başaramadık…

Kentsel dönüşümün reel gerçekler doğrultusunda yapılması gerekiyor. Bu ekonomik şartlarda müteahhitlerin dönüşüm projelerinden yeterli kazançları olmaması işi daha da sekteye uğratıyor. Bu konu ile ilgili geçtiğimiz aylarda bir yazı kaleme alan Yalçın Bayer, mevcut yönetmeliklere göre yenilenecek binalarda kat sayısı artışının olamaması nedeniyle müteahhitlerin de haklı olarak bina maliklerinden yüksek miktarlarda para talep ettiklerini yazdı.

Bayer yazısında, insanların bu yüklü paraları ödeyemedikleri için binaları riskli de olsa içinde oturmaya devam ettiklerini belirterek, “Şu anda yapılan dönüşümler, belli bölgelerdeki varlıklı kişilerin aralarında anlaşmasıyla müteahhitlere milyonluk farkları ödeyerek yaptıkları yenilemelerdir.” tespitinde bulundu.

Elbette bu da büyük şehirlerde olan dönüşümler, Tokat gibi Anadolu şehirlerinde ise yok denecek kadar az örnekleri var.

Kentsel dönüşümün pahalı bir olgu olması nedeniyle insanların hayatlarını riske atarak binalarında oturması ayrı bir handikap.

Yalçın Bayer yazısında buna da değinerek, “Belediye veya hükümet, maliklerin uçuk farklar vermelerini önleyecek hesaplamaları titizlikle yaparak, mevcut kat sayısını örneğin yüzde kırk gibi artırmalıdır. Malikler varsa ekstra makul farkları ödemek durumunda kalırlarsa, riskli yapılar hemen yenilenir.” önerisini sunuyor.

“Mesela zemin etüdü yapılmış, zemine ve fay hattı durumuna göre projelendirilmiş 5 katlı bir yapıya 7 kat veya 10 katlı bir binaya 14 kat izin vermenin ne zararı olabilir ki? (…)Tek çözüm, dönüşüm yapılacak binalar için kat sayısını artırıp zeminden 2-3 katı müteahhite verebilecek düzenlemeyi süratle yapmaktır. Ama mahkemelere itiraz, yürütmeyi durdurma gibi işi sekteye uğratacak durumları önleyecek düzenlemeler de yasayla yapılmalıdır.” diyen Bayer’in bu önerisini yabana atmamak gerekir.

Yapılacak binaların da şehir estetiğine uygun, otoparkları ve yeşil alanları ile projelendirilmeleri esas olmalı; estetikten uzak, soğuk ve irite edici yapılardan uzak durulmalıdır.

Ancak böylelikle şehirlerimizi depremden ve çirkin yapılardan soyutlayabiliriz. Başka türlüsü sadece zaman kaybıdır ki ülkemizin deprem gerçeğini bile bile bu zaman kaybını göze almak hiçbir vicdana sığmaz.

(Yazarımız Hüseyin Alpay’ın bu köşe yazısı ilk olarak 17 Temmuz 2023’te yayımlanmıştır.)