Siyasi iktidar asgari ücreti 8.500 lira olarak belirledi. 25 bin liralık yoksulluk sınırının olduğu bir ülkede 8.500 liranın ‘asgari ücret’ olarak belirlenmesi her ne kadar vicdanları yaralasa da yapacak bir şey yok maalesef. Elimizden yazıp-çizmekten, konuşmaktan başka bir şey gelmiyor.

Sürekli büyüdüğü söylenen bir ekonominin neden vatandaşlara büyümeden yeteri oranda pay vermediği bilinmiyor. Türkiye ekonomisinin büyüme rekorları kırdığı ve dünyada pandemi sürecinde bile büyüme hedeflerini tutturan birkaç ülkeden biri olduğu belirtiliyor. Son derece sevindirici olan bu gelişmenin yurttaşlara ise hiçbir şekilde yansımadığı görülüyor.

Emekli maaşlarının durumu ortada…

Asgari ücret malum…

Memurun maaşı asgari ücret seviyesinde…

Mesleğe yeni başlayan öğretmenin maaşı 8.500, 25 yıllık öğretmenin maaşı 10.500 lira…

Tokat gibi bir yerde ev kiraları 4 bin liradan başlayıp 10 binlere kadar ulaşmış durumda…

Esnaf derseniz zaten hali harap, BAĞ-KUR mu ödesin, dükkânının kirasına mı yetişsin, evini mi geçindirsin…

Peki, nerede büyümeden alacağımız pay? Türkiye ekonomisi büyürken vatandaşın bütçesinin delik-deşik olduğu bir dönemi belki de ilk kez yaşıyoruz. Evet, Türkiye çok krizler gördü, çok badireler atlattı. Ama hiçbir ekonomik sarsıntıda fiyatların 10’a, 100’e katlandığını görmedik.

Derinleşen yoksulluğu görmeyen kibir putları gülümseyen fotoğraflarla durumu ‘idare etmeye’ çalışsalar da gerçek çok farklı. Çocuğuna okul harçlığı veremeyen anne-babalar, ayakkabılara üçer-dörder dikiş-yama diktiren garipler, market raflarında yakın gözlükleriyle etiket karşılaştıran memurlar, elindeki 5 lirasına ‘simit mi yoksa su mu alayım’ düşüncesindeki çocukların ahı var beyler hanımlar…

Hem bu ‘ah’ öyle bir ah ki; doğalgazını yakamayan, akşam karanlıkta oturan, ayın sonunu nasıl getireceğinin hesabını yapmaktan yorulanların ahı ve dinmeyen öfkesi. Kafelerin dolu olması, son model telefonların çok satması ya da başka gerekçelerle küçümsenen ekonomik krizin derin sosyal ayrışmalara ve çöküntülere neden olduğunu görün artık. Ahlaki yozlaşmanın, aldanışların ve aldatmaların, ailenin çürümesinin ve toplum olarak yaşadığımız eksen kaymasının birileri tarafından fark edilmesi için daha nelerin olması bekleniyor bilemiyorum.

Ama bildiğim başka bir şey de var…

Yaşadığımız bu sıkıntılı sürecin ‘insan kalitemizdeki düşüş’ nedeniyle farklı boyutlarda hissedilmesi, işin başka bir boyutu.

Evet, pahalılık ve zamlar var. Maaşlar yetmiyor ve bu gidişle de yetmeyecek.  Ama işletmelerin, marketlerin ve diğer mağazaların fırsatçılığını da görmemiz gerek. Misal aylık cirosu 1 milyon lira olan ve 10 çalışanlı bir işletme için asgari ücret zammının ekstra girdisi en fazla 50 bin lira.

Şimdi bu işletme asgari ücret zammı gerekçesiyle aynı oranda ürün fiyatlarını artırdığında, aylık cirosu 1,5 milyon liraya ulaşıyor.

Aradaki fark 450.000 lira.

Bu neyin maliyeti? Bu neyin aklı? Bu neyin ahlakı?

Dert çok, yazacaklarımız fazla, ama yerimiz dar!

Özetle; sana, bana, hepimize, kibir putlarımıza ve bilcümle büyük abilerimize, ablalarımıza, hepimize “asgari ahlak” lazım!

Bize ahlak, bize maneviyat, bize kibirden uzak, millete yakın bir hayat lazım!