Ahir ömrümde ne muhafazakârımızdan, ne ilericimizden, ne de Atatürkçü'müzden bir şey anladım.

Herkes karşısındakine düşman, herkes kendine demokrat. Kimse kimseyi dinlemiyor.

Tartışma denilince küfür akla geliyor. Dinlemeyi bilmeyen, okumayan, ezberlediği birkaç cümleyi tekrar edip duran, tek doğrunun kendi düşüncelerinde olduğunu sanan ve karşısındakini düşman gören anlayış hüküm sürüyor.

Yani demem o ki...

Ülke yangın yeriyse saçlarını tarama, yangına su taşı…

Ülke güllük gülistanlıksa bahçıvan ol; buda gülleri, vatan daha da güzelleşsin.

Ama önce dinle; efendi/ hanımefendi/ insan ol.

"Düşmanınıza dahi adaletle muamele edin" diyen bir dine inanıyoruz.

Ama gerçekte ise tam tersi her şey.

Bir kendimize gelelim.

Az biraz geride duralım.

Herkes durduğu yerde bir adım geriye çekilsin.

Çünkü...

Bir insan tam anlamıyla kötü, bir fikir bütünüyle berbat olmaz.

İnsanların ve fikirlerin iyi yönlerini görüp birbirimizi anlamaya çalışmak bu kadar zor olmamalı. Atatürk'ü suçlayarak bugünü, bugünü karalayarak dünü temize çıkaramayız.

Her dönemin kendine has koşulları olduğunu, tarihin döneminin şartlarıyla değerlendirilmesi gerektiğini bilmek zorundayız.

Ecevit'in de Erbakan kadar kıymetli, Özal'ın da Demirel kadar önemli olduğunu kabul etmek bize ne kaybettirir?

Partiler ve hükümetler gelir geçer, baki kalacak olan aziz devletimizdir.

Evet, birileri kabul etmese de hepimiz aynı gemideyiz ve aynı kaderi paylaşıyoruz.

Geminin rotasını tayin edecek olan siyasi iradenin temeli tertemiz mazimizdir. Geminin kaptanı değişse de yönü değişmeyecek, Türkiye daima ilerleyecektir.

Kimse hatasız/ kusursuz değil.

Lakin hataları ve kusurları gördüğümüz kadar herkesin/ hepimizin iyi ve güzel taraflarını da görmeliyiz. 'İnsan' olmamızın ve bu ülkeyi daha yaşanır kılmanın tek yolu budur, bu bakış açısıdır.

Bu ülkenin sakinliğe ihtiyacı var. Her konuda haklı olduğunu sanan, kin ve nefretle sabah akşam birbirine saydıran herkese adalet, vicdan ve merhamet dilerim.