E. Vergi Dairesi Müdürü Ömer Yılmaz yazdı. "İkinci Karabağ savaşı olmadan önce neredeydin ey şeytanın büyüğü?"

ABD Başkanı Donald Trump; ABD merkezli Truth Social hesabından yaptığı paylaşımda, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın Beyaz Saray’daki fotoğrafını paylaşarak Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşın çözülmesine yardımcı olmaktan onur duyduğunu belirtmiş.

İkinci Karabağ savaşı olmadan önce neredeydin ey şeytanın büyüğü? Hocalı Katliamı yapılmadan, yüz binlerce Azeri vatandaşı yerinden yurdundan edilmeden önce neredeydiniz? Bir ülke topraklarının yüzde 30’u işgal edildiğinde gıkınız çıkmamıştı. Uyduruk kurduğunuz oluşumla 30 yıldır oyalayarak Ermenistan’ın ekmeğine yağ sürdünüz. O karanlık günlerde neden sesiniz çıkmadı? Tıpkı bugün Gazze’de Müslümanların üzerine bombalar atıldığında dilinizi tuttuğunuz gibi o günlerde de diliniz tutulmuş, gözünüz yumulmuştu.

Bu başarı senin başarın falan değil; seninle hiçbir ilgisi yoktur. İkinci Karabağ zaferinin getirdiği barıştan sakın nemalanma. Bu başarı önce Azeri kardeşlerimizin, sonra da gerekli teşhizatı ve silahı verme cesaretini gösteren Türk siyasetçilerinin ve kısaca Reis’in eseridir. Karabağ işgal edilirken bırakın taraf olmayı, bir helikopter bile gönderme cesaretini gösteremeyen idarecilere bu millet şahit olmuş ve gözyaşını içine akıtmıştır.

Yine Türkiye’ye sığınan 195 Azeri Türkü 6 Ağustos 1945’te dönemin yöneticilerince Sovyet askerlerine teslim edilmiş; bu kardeşlerimiz Boraltan Köprüsü’nü geçer geçmez kurşuna dizilmiştir. Bu kara leke için Murat Darga şu şiirle ağıt yazmıştır:

“Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı, yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası...”

Oysa 1709 yılında, Rusya’ya karşı yapılan Poltava Muharebesi’nde ağır bir yenilgi alıp yaralandıktan sonra Osmanlı Devleti’ne sığınan İsveç kralı Demirbaş Şarl, beş yıl boyunca Osmanlı himayesinde kalmış; düşmana iade edilmemişti. Ne oldu da soydaşlarımız iade edilerek köprünün diğer başına, göz göre göre ölüme gönderildi? Oysa millet aynı milletti; sığınanlar da soydaşlarımızdı. Değişen sadece zihniyetti.

Bütün bunlar göstermektedir ki; küffara karşı bağımsızlık, istiklal ve toprakların korunması ancak siyasi ve askeri güçle mümkündür. Bu, başka bir güç ve otorite ile tesis edilemez; tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu yüzden dini ve ırki dayanışma ile ortak payda oluşturmuş milletler, işbirliği içinde olmalı; küffara karşı topyekûn durmalıdır.

Çözüm buradadır.