Ulvi Gelbal yazdı: “Çiftçinin dayanacak gücü kalmadı, tüketicinin alım gücü düşüyor, köyler boşalmaya devam ediyor. Peki ne yapmalı?”

Türkiye’de tarım artık sadece tarlada değil, masanın üzerindeki rakamlarda da çıkmaza girmiş durumda. Yıllardır uyarıyoruz: Bu iş “idare etmeyle”, günü kurtarmayla, seçim öncesi dağıtılan destek mesajlarıyla yürümüyor. Çünkü ortada çalışmayan bir sistem var.

Bugün tarım paydaşlarına baktığımızda tablo çok net:
Bir yanda ülke tarımı ile ilgili doğruları söylemeye çalışan gazeteciler, tarım yazarları;
zeytinliklere, doğaya, çevreye, insana ve canlıya duyarlı sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, çiftçiler, köylüler…
Diğer yanda madencinin, menfaatin, gıdada kalıntının, ithalatın, faiz ve enflasyon lobilerinin, koltuğun ve saltanatın yanında saf tutanlar…

Bir yanda, “Bu topraklar bize büyüklerimizden emanet” diyerek, dağları, bağları, köyleri, kırsalı çocuklarına daha iyi bırakmaya çalışanlar;
diğer yanda “önce koltuk, önce çıkar” diyenler…

Bir yanda “Önce ülkem, vatanım, tarımım, bitkisel ve hayvansal üretimim, çiftçim, köylüm, tüketicim, sağlıklı ve kaliteli ürünüm” diyenler;
diğer yanda ithalatla günü kurtarmaya çalışanlar…

Tribünde oturmayan, sahada gerçekten mücadele veren kahramanlarımız var; bir de ne sahaya gelen, ne tribüne çıkan, sadece köşe dönen “diğerleri”…

Enflasyon Rakamlarında Güven Krizi

Her ay enflasyonu tartışıyoruz ama özellikle tarım ve gıdada yaşanan sorunlar bir türlü çözülemiyor. Kasım 2025 enflasyon verileri bunun en somut örneği:

· İstanbul Ticaret Odası yıllık enflasyonu %38,28,

· ENAG yıllık enflasyonu %56,82,

· TÜİK ise aylık enflasyonu %0,87, yıllık enflasyonu %31,07 olarak açıkladı.

Gıda tarafında da tablo karışık:

· TÜRK-İŞ’e göre Ankara’da aylık gıda enflasyonu %4,98, yıllık %45.

· İTO’ya göre aylık gıda artışı %1,28,

· TBF “mutfak enflasyonu” aylık %2,62,

· TÜİK ise aylık gıda enflasyonunun %0,69 düştüğünü iddia ediyor.

Bu kadar farklı rakam varken, “Hangi veri doğru?” sorusu artık teknik değil, siyasal ve toplumsal bir güven sorunu haline gelmiş durumda.

Ben Fatma Teyze’nin mutfağında, Ali Amca’nın tarlasında yaşanan gerçek enflasyon rakamlarına güveniyorum. Pazardaki, marketteki fişler, ENAG’a daha yakın bir tabloyu işaret ediyor. Tarım ise hata payını affetmeyen, uzun vadeli plan gerektiren bir sektör; dolayısıyla doğru ve güvenilir veri olmadan doğru politika üretmek imkânsız. Tarım sayımı bu yüzden hayati önem taşıyor.

Üç Çeyrektir Küçülen Tarım: Sadece Kuraklıkla Açıklanamaz

Tarım sektörü üç çeyrektir üst üste daralıyor. 2025 yılının üçüncü çeyreğinde yaşanan %12,7’lik küçülme, bugüne kadar benzeri görülmemiş bir seviye. Kuraklık ve don elbette etkili; ama tabloyu tek başına açıklamıyor.

Bu derin küçülmenin arkasında;

· Plansız üretim,

· Yetersiz ve yanlış yönlendirilen tarımsal destekler,

· Sürekli artan girdi maliyetleri (mazot, gübre, yem, elektrik, tohum),

· Ürün fiyatlarının maliyetleri karşılayamaması,

· Güvenilir olmayan verilerle yapılan analizler var.

Bu yüzden gıda enflasyonu yavaş ve kırılgan biçimde geri gelse bile, pahalılık ve yoksulluk yüzünden kimse bu düşüşü hissetmiyor. Raflarda, özellikle et ve süt ürünlerinde, maliyet artışlarının tam yansımadığı suni bir durgunluk hâkim. Ekonomistler, enflasyon 2025’te “düşük görünsün” diye fiyat artışlarının baskılandığını, asıl büyük zammın 2026’da geleceğini söylüyor.

Hayvancılıkta Kartopu Gibi Büyüyen Kriz

Hayvancılık, bugün en kırılgan alanlardan biri.

· Küçük aile işletmeleri borç batağında, icra dosyaları artıyor.

· Damızlık süt inekleri kesime gitmeye başladı; bu, geleceğin süt üretimini direk tehdit ediyor.

· Üreticinin süt maliyeti 24 TL’yi aşmış durumda, buna karşın Ulusal Süt Konseyi’nin referans fiyatı yetersiz kalıyor. Örneğin Tokat’ta üretici sütünü 14 ile 19 TL arasında satabiliyor. Hem sanayici hem üretici en az 27 TL bağlayıcı fiyat talep ediyor.

· Bakanlık “17 milyon büyükbaş var” derken, sahada görülen hayvan varlığı bu rakamın çok altında. Bu verilerde güvenilir değil. Çiftçi kestirdiği, sattığı hayvanlarını sistemden düşürmüyor.

· Şap gibi salgın hastalıkların ekonomiye maliyeti, kayıp üretim etkisi şeffaf şekilde açıklanmıyor.

Tüm bunlara rağmen çözümü yine ithalatta arayan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Tereyağı ve süt tozu ithalatı şimdiden gündemde. Kısa vadede arz sıkıntısı devam edecek ve özellikle 2026’da et ve süt fiyatlarında sert artışlar bekleniyor. Hatta süt fiyatları artmaya başladı. 14-15 TL olan süt fiyatının 19 TL’ye çıktığı işletmeler var. Her yeni ithalat kararı, yerli üreticinin direncini biraz daha kırıyor.

Tarım 4.0, 5.0 Derken… Verisiz, Plansız Bir Sistem

Bir dönem “Tarım 4.0”, hatta “Tarım 5.0” gibi kavramlarla meydanlar süslendi. Bugün bu söylemlerin yerini derin bir sessizlik aldı. Çünkü şu soruya kimsenin doyurucu cevabı yok:

“İşletme bazında hangi doğru ve güvenilir verilerle, hangi bilimsel analizleri yaptınız da bu seviyeleri tartışıyorsunuz?”

Her tarımsal işletmenin destek ihtiyacı aynı olabilir mi?
Olmaz.
Ama biz hâlâ “ver desteği, gelsin oy” mantığını aşamıyoruz. Çiftçi, seçime yaklaştıkça biraz “hatırlandığını”, sonra yine unutulduğunu gayet iyi biliyor.

5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 21’inci maddesi açık: “Bütçeden ayrılacak tarımsal destek kaynağı GSYH’nin yüzde 1’inden az olamaz.”

2024 yılı GSYH’si 44 trilyon 44 milyar 657 milyon 144 bin TL olarak açıklandı. Çiftçiye ödenmesi gereken destek en az 440 milyar 446 milyon 571 bin 440 TL olmalıydı.

2025’te ayrılan destek 135 milyar, 2026’da 167 milyar 634 milyon TL. Yani kanunun emrettiğinin üçte biri.

Ne Yapmalı?

Kısa vadede atılması gereken bazı zorunlu adımlar var:

· 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 21’inci maddesi bütçeden ayrılacak tarımsal destek kaynağı GSYH’nin yüzde 1’inden az olamaz diyor, %1 bile ödenmiyor. Ben tarımın içinde büyüyen, her safhasında yer alan bir üretici olarak Tarımsal destek bütçesi, GSYH’nin en az %2’sine çıkarılması ve mutlaka her yıl ödenmesi gerektiğini savunanlardanım.

· Ayrıca tarım verileri, bağımsız bilimsel kurullar tarafından sahada üretilmeli ve denetlenmeli.

· Orta ve uzun vadeli üretim planlaması yapılmalı; her gelen bakanla politika değişmemeli. Orta Vadeli Programlar raflarda tozlanmamalı.

· Kırsalda yaşamı cazip kılacak sosyal destekler (vergi muafiyeti, genç çiftçi teşvikleri, kadın çiftçilere bağ-kur prim muafiyeti vb) artırılmalı.

· Girdi maliyetlerindeki artışlar kontrol altına alınmalı, ürün fiyatları maliyet + makul kârı sağlayacak düzeye çekilmeli.

· Küçük aile işletmelerine acil nakit destek verilmeli, borçlar makul şekilde yapılandırılmalı.

Aksi halde;
çiftçinin dayanacak gücü kalmadı, tüketicinin alım gücü düşüyor, köyler boşalmaya devam ediyor. Uygun fiyatlı ve güvenilir gıdaya erişim şimdiden hayal olmaya başladı, bunu açıkça söylemek zorundayız.

Tarımı “Sistem” Olarak Yeniden Kurmak

Tarımı sadece “toprak, gübre, tohum” olarak gören anlayış iflas etti. Tarım artık aynı zamanda:

· Veri akışlarının,

· Lojistik zincirlerin,

· Depolama ve işleme kapasitesinin,

· İklim risklerinin,

· Sürdürülebilir algoritmaların birlikte yönetilmesi gereken bir SİSTEM işi.

Doğru veri olmadan doğru algoritma kurulamaz. Doğru analiz olmadan üretim planlanamaz. Plansız üretimle ne enflasyon hedefleri tutar, ne gıda güvencesi sağlanır, ne de ithalat faturasını aşağı çekmek mümkün olur.

Bugün kazanan; ithalat, enflasyon ve faiz lobileri.
Yarın kazanan kim olacak, biz belirleyeceğiz:
Sahada alın teri döken üretici mi,
yoksa yine “diğerleri” mi?