Dünyaca ünlü iklim bilim insanlarını bir araya getiren “Dünya İklim Atıf Çalışmaları Grubu”, hızla artan aşırı sıcaklar ile iklim değişikliği ilişkisi hakkında yeni bir rapor yayımladı. Bu yılın Haziran ayında yayımlanan rapora göre, aşırı sıcaklıklar ve onun getirdiği bütün olumsuzluklar iklim değişikliğinden kaynaklanıyor. Sanayi öncesi döneme göre dünyanın ısınmasında 1ºC’lik artış görüldüğüne vurgu yapan raporda, küresel ısınma 1,5ºC sınırını geçerse bu tür kavurucu sıcakların gerçekleşme ihtimalinin 2-3 yılda bire ineceği, 2 ºC’lik bir artışta ise her sene gözlemlenebileceği belirtiliyor. Bu yıl Avrupa’nın tamamında yüksek sıcaklıklar görülmüş, İspanya, İtalya, Almanya, Fransa, İsviçre, Avusturya’da ise sıcaklık rekorları kırılmıştı.

Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Yaşar Süngü de “Dünya İklim Atıf Çalışmaları Grubu”nun raporunu köşesine taşıdı. Süngü yazısında, çalışmanın bulgularına göre çıkan sonucun sürpriz olmadığına işaret ederek, “Peki iklim değişikliğinin getirdiği ve getireceği sorunların çözümü için neler yapılıyor? Bu soru henüz hem sorun hem de çözüm tarafında yer alan iş ve siyaset dünyasının gündeminde yok. Ama toplumun endişelerini paylaşıyorlardır muhtemelen! Şimdilik ‘endişeli’ olmak yeterli görülüyor” ifadelerine yer verdi. Yazar ayrıca, iklim değişikliğinin tarım ve gıda güvenliği üzerinde önemli etkileri olduğunu ve bu etkilerin giderek katlanarak artacağını gösteren birçok bilimsel araştırmanın bulunduğuna dikkat çekiyor. Bu araştırmaların daha yüksek ortalama sıcaklıklar, yağış̧ rejimindeki değişiklikler, yükselen deniz seviyeleri, aşırı hava olaylarının sıklığı ve yoğunluğundaki artışın tarımsal faaliyetleri sekteye uğrattığını ve gıda fiyatlarını olumsuz etkileyebildiğini belirten Yaşar Süngü daha sonra, şu görüşleri paylaştı okurlarıyla:

“Bu konu hakkında önemli bir çalışma, Lancet Planetary Health adlı dergide yayımlandı. Araştırmaya göre giderek artan CO2 emisyonları, temel gıdaların besin değerini azaltacak. Önümüzdeki yıllarda artan sera gazı emisyonları ile temel gıdaların besin değerinde azalmaları göreceğiz. Bulgulara göre, temel gıda ürünlerinin topraktan karbon emilimi artacak ve bu yüzden temel besin öğeleri olan çinko, protein ve demir miktarları azalacak.

Araştırma, eğer sera gazı emisyonları şimdiki düzeyde artmaya devam ederse, 2050 yılında, temel besin maddelerindeki bu sorunun önemli bir gıda güvenliği problemi olacağını ifade ediyor. Araştırma çerçevesinde, buğday, pirinç, mısır, bezelye, darı, soya fasulyesi, patates ve arpada, emisyon artışının besin değeri üzerindeki etkileri araştırıldı. Çalışma sonuçları, bu ürünlerin 2050 yılı itibarı ile besleyici değerlerini ortalama yüzde 3 oranında kaybedeceğini gösteriyor. Bu coğrafyalarda temel gıdaların besleyiciliğini kaybetmesi önemli insani krizlere sebep olabilir. Çinko, protein ve demir eksikliği şimdiden önemli küresel sağlık sorunları arasında yer alıyor:

Çinko eksikliğinin, her yıl 5 yaş altı 100.000 çocuğun ölümüne sebep olduğu tahmin ediliyor. Protein eksikliği ise çocukların gelişimini sekteye uğratıyor ve anne ölüm oranlarının artmasına da sebep oluyor. Her yıl 2,2 milyon civarında 5 yaş altı çocuğun ölümünden sorumlu olduğu ifade ediliyor. Demir eksikliği ise yılda yaklaşık 200.000 kişinin doğrudan ölümünden sorumlu. Aynı zamanda anemi, zekâ geriliği gibi birçok sağlık sorununa ve bu sorunlar yüzünden erken ölüme neden oluyor. Biz endişelenmeye devam ederken hava su ve toprağı kirletenler tarafından iklim krizini fırsata çevirme hazırlıkları da başlamıştır. Yakında marketlerde ambalajlanmış çinko, demir ve protein içeren işlenmiş hazır gıdaları görebiliriz? Hatta havayı bile. Suyu ambalajlayanlar havayı neden ambalajlamasın. ‘Havalar nasıl olursa olsun sizin havanız iyi olsun’ diyerek bitiriyordu bir zamanlar bir hava durumu sunucusu bir bayan programını. Bizde öyle diyerek, enerjimizi tüketmeden ümidimizi devam ettirelim.”

***

Havayı, suyu ve toprağı kirletenlerin iklim krizini fırsata çevirme hazırlıkları kapitalizmin çirkin yüzünü bir kez daha görmemize vesile olurken, elimizde kalan imkânlarla doğaya daha fazla sahip çıkmaya, toprağa, suya ve havaya verilen zararları en az seviyeye indirmeye mecburuz. Bunu bir devlet politikası olarak algıladığımızda ve bu doğrultuda çaba gösterdiğimizde sonuç almamız mümkün. Gelecek kuşaklara olan borcumuz, geçmişe olan vefa duygumuz ve bugünümüzün sorumluluğu ancak böylelikle karşılanabilir.

(Yazarımız Hüseyin Alpay’ın bu köşe yazısı ilk olarak 22 Kasım 2020’de yayımlanmıştır.)