Gece saat 3’ü çoktan geçmişti. Genç mühendis Göktuğ, üzerinde aylardan bu yana çalıştığı projesinin son  kontrollerini yapmıştı. Uygulandığı zaman binlerce kişiye iş kapısı açacak olan bu projesini  anlatan bir makale de yazmış, bunu bulunduğu ilin yerel basınında yayınlayacağını düşünmüştü. Bu makalenin yayınlanması  durumunda kamuoyunun ne kadar dikkatini çekeceğini en ince ayrıntılarına kadar planlamıştı.  Çünkü plan yapmak,  planlı olmak, planda her ihtimali göz  önünde bulundurmak genç mühendise bir hayat  prensibi olmuştu.

İlkokula başladığı zamandan bu yana,  çiftçi olmasına rağmen çok okuyan babasının ona aşıladığı planlı yaşama  O’na hayatta neler kazandırmamıştı ki?  İlkokulun ana sınıfına başladığı zamandan itibaren dersi derste dinlemeyi O’na babası öğretmiş, okuldan gelince hemen derslerini yapmayı, sonra kitap okumayı, ondan sonra da  bilgisayar oynamayı, bilgisayarda futbol oynamayı babası öğretmişti. Yani önce ders, ondan sonra hobiler ve arkadaşlara zaman ayırma.  Bu,  Üniversiteyi tamamlayarak İnşaat Yüksek Mühendisi olana kadar devam etmişti.  Bu disiplin de ona  hayatta her zaman planlı yaşamanın önemini anlatmış,  bu hazırladığı proje de  bu titizliğini  göstermişti.

Günler boyunca,  dünyada hızlı gelişen şehirlerin nasıl geliştiklerini anlatan  kitapları, makaleleri incelemiş,  onları tercüme ederek, yaşadığı şehrin durumu ile karşılaştırmış, sonra  kendi kafasındaki gelişim planını da  dikkate alarak  değişik bir şehir kalkınması planı hazırlamıştı.

Projesini tamamladıktan sonra, heyecanı artmış, uykusu kaçmıştı. Heyecanlandığı zaman hep uykusu kaçardı zaten.  Uykusu kaçtığı için mutfağa geçti.  Hemen biraz su kaynattı. Hazır kahvesini hazırlayınca tekrar  çalışma masasının başına geçti hazırladığı projesini dikkatle çantasına yerleştirdi.  Projesini anlatan makalesini de çantasına yerleştirdi.  Çantasını masanın yanına koydu.  Ertesi gün projesini  Belediye Başkanına, Valiye sunacaktı. Yerel basına uğrayarak makalesini verecekti.  O zaman Başkan,  vali ve yerel basın kendisini sevgi ile kucaklayacak,  başarılı sporculara verdikleri altınlardan olmasa da kendisini ödüllendireceklerdi. Genç Mühendisin  beklentisi o yöndeydi doğrusu. Yıllarca yaşadığı şehirden bunu beklemekte hakkıydı sanırım.

Bir süre kahvesini yudumlarken hayallere daldı.  Okulunu derece ile tamamlamıştı.  Bir çok hocası onu okulda asistan olarak görmek istemekteydi. Ama o geri kalmış ilini geliştirecek projeler üretmek,  Bu projeleri uygulayarak yaşadığı şehrin bir  nebze olsun  geri kalmışlıktan kurtulmasını  istemekteydi. Bunu başaracak olan özgüveni de kendisinde görmekteydi.

Bunları düşünürken uykusunun geldiğini fark ederek uyumak üzere yatak odasına geçecekti. Uykularında bile ilinin kalkındığını, geliştiğini görecekti. Buna adı gibi emindi. Hayalleri, amacı, hep  yetiştiği ile hizmet etmek ile alakalıydı.

Bu şehre hizmet etmek için hem  asistanlıkları,  hem yurtdışı ve yurt içinden gelen  “ Bizim şirkette çalış,  beraber çalışalım” önerilerine  karşı çıkmış,  kabul etmemişti.

Bu proje her şeyiydi artık.  Parasız kalmış ve her  güzel hayalini,  aynı zamanda umudunu,  şehrin geleceği ile kendi geleceğini de bu projeye yatırmıştı. “ Ya hep beraber, ya hiç  birimiz” deyimini  uygulamaktaydı adeta hayatında.

Bu düşünceler içinde gözlerinin kapandığını  anladığı zaman hemen yatağa girdi. Yatağa girer girmez, günler boyunca yorulan gözleri, beyni, elleri , tüm vücudu hemen mışıl mışıl uykuya daldı.

Ertesi sabah uyandığında güneş yükselmeye başlamıştı. Annesi ilkokuldan beri yaptığı gibi ona kahvaltısını hazırlamış, çayını  hazırlamış,  Göktuğ’u beklemekteydi. Göktuğ, uykusunu almış olmanın rahatlığı ile kahvaltısını yaptı. Annesine moralinin düzgün olduğunu ispat edercesine şakalaştı. Babası zaten yıllar önce  vefat etmişti. Kız kardeşi de başka ilde öğretmenlik yapmaktaydı. Bu  dünyada ana oğlu baş başa yaşamaktaydılar. Akrabaları ile araları çok da iyi değildi zaten.

 Göktuğ kahvaltısını yaptıktan sonra,  önce,  daha evvelden tanıdığı olan yerel gazeteye uğramaya karar verdi. Evlerinden çarşıya çıkarken önce yerel gazeteye uğrayacak,  sonradan da sıra ile Ticaret ve Sanayi odası,  belediye ve valiye gidecekti.

Evden çantasını alarak heyecanla çıktı. Yolda yürürken, havanın temiz olması,  neşesini daha da artırdı. Yolda rastladığı tanıdıklara selam vererek yürürken,  çantasına, onun içindeki eserine, projesine,  projesini en ince ayrıntılarına kadar anlaşılır olarak anlattığı  makalesine gururla bakıyor,  çocuk okşar gibi çantasını okşuyordu.

Bir anda kendisini  yerel gazetenin kapısında buldu. Heyecandan oraya nasıl geldiğini unutmuştu.  Gazeteden içeri girerken önce sağ ayağını attı.  Besmele çekti.  Güzel dualar okudu.

Gazeteye girince herkes ayağa kalkacak, kendisini saygı ile selamlayacak zannetmekteydi. Yıllarca okumuş, memleketini geliştirecek planları  şimdi kamuoyuna sunacaktı. Saygı ve sevgiyi, ilgiyi hak ettiğini düşünmekteydi.

Gazeteye girince şaşırdı. Kendisini daha önceden tanıdıkları halde  kimse onun girdiğini görmemiş, daha doğrusu  görmemezlikten  gelmişlerdi.

Önce gazetenin genç yazı işleri Müdürüne baktı . O, kendisinin  yüzüne bile bakmadan tüm dikkatini karşısındaki insana vermiş,  Onu dinlemekteydi.  O insan,  ilin futbol takımının  başkanıydı.  İlin takımı ise ülkenin 3. liginde pek çok küçük ilçenin futbol takımı ile mücadele etmekteydi.  Kulüp Başkanı sanki Fenerbahçe Başkanı pozlarını takınmış,   parasızlıktan, yokluktan, sporcuların kalitesizliğinden bahsetmekte, halkın kulübe maddi imkan sağlamadığından  söz etmekteydi.  Sanki sorunları çözecek olan  Başkan o değil de, gelecek seçimlerde  kulüp başkanlığına aday olacak insan havalarındaydı.  Gazetenin genç yazı işleri Müdürü ile   Kulübün  havalı başkanı hararetli konuşurken genç mühendisin geldiğinden haberleri bile olmamıştı.

Genç Mühendis sessizce,   gazetenin bekleme  köşesine geçti.  Birilerinin kendisine “ Hoş Geldin” demesini,  çay ikram etmesini bekledi. Ama kimse oralı değildi. Herkes başını  bilgisayara gömmüş, devekuşu gibi, sanki ülkenin en etkili ve yetkili gazetesini çıkarma hevesindeydiler.  Genç mühendis ya sabır çekerek,  okuruna,  yazarlara, misafirlere saygısız bu  insanlara  hoşgörü ile bakması gerektiğini düşündü o anda.

Bir yandan önüne aldığı yerel gazetenin o günkü  nüshasını okumaya başladı.

Haber aynen şöyleydi:

“ İlimiz  illerin gelişmişlik sıralanmasında  81 il içerisinde  62. oldu. İllerin verimli, etkililik ve  aktif çalışma koşullarının değerlendirilerek yapılan bu araştırmada,   ilimizde bir iki kamu  tesisi dışında önemli bir sanayi tesisin bulunmadığı, Üniversitemizin Anadolu’nun   Üniversiteleri arasında yer bulamadığı,  Üniversiteye girişte ülke genelinde yapılan sıralamada hep alt sıralarda   yer aldığı belirtildi”

Göktuğ, yazıyı okuduktan sonra, projesini düşündü.  İşte bu proje uygulanacak olsa bu il kısa vadede   ortalamanın üstüne çıkacak,  daha sonra da   ilerleyerek ülkemizin önde gelen illerinden olacak diye düşündü.

Sonra gazeteden başını kaldırarak etrafına baktı.  Gazetenin genç yazı işleri Müdürü, halen kulüp başkanı ile kafa kafaya vermiş,  sanki ülke kurtaran devlet adamı pozlarında muhabbete devam etmekteydi. Genç Mühendisin orada olduğunu görmemezlikten gelmek adeta onlara zevk vermekteydi.

Genç Mühendis,  onları beş on saniye süzdükten sonra  gazeteyi okuyor gibi yapmaya devam etti.  Gözü  gazetede kulakları ise konuşulanlardaydı.  Gazetede  spor yazarı o hafta maçı kaybeden futbolculara,   teknik adama lanetler okuyordu.  Kimsenin o yenilgiyi tatmış futbolculara  geçmiş olsun demeye, onlara  “Bugün yenildiniz ama yarın galip geleceksiniz, moralinizi bozmayın “ demiyordu. 12 Sayfalık gazetede tam 6 sayfanın o hafta oynanan bir 3. lig maçına ayrılmış olmasına genç mühendis hayretler etti.

Gazetenin bayan muhabiri  bayan arkadaşı ile muhabbetini tamamlamıştı ki genç mühendiste hemen bayan muhabirin masasına yöneldi.  Bayan muhabire  durumu anlattı. Bayan muhabir:

-Ağabey, bizde her yazı önemli.  Çok yazı var, dedi.

Tam bu sırada bayan muhabirin telefonu çaldı. Arayan başka bayan arkadaşıydı. Kulak misafiri oldu. Örgü tarifinden,  yapacakları bata kadar, eşinden ayrılan arkadaşlarının dedikodusuna kadar her şeyi en azından 15 dakika konuştular. Genç Mühendis Göktuğ sabırla   bitmesini bekledi.

Bayan muhabir konuşması bitince Göktuğ’a dönerek:

-Bunu yarına yayınlayamayız , dedi

Göktuğ baktı ki makalesini daha okumadan, bunu yayınlayamayız  diye önyargıda bulunan , kendisine değer vermeyen, bir “ Hoş geldiniz” demeyen, çay ikram etmeyen, 12 sayfalık gazetelerinin 6 sayfasını  spora ayıran gazetede fazla kalmasının anlamı olabilir miydi ? Bunu anladığı zaman hemen kalktı oradan.

Yerel gazeteden çıkınca, çıktığı gazetenin hemen yanında bulunan başka yerel gazeteye uğradı.  Orada kimseyi bulamadı,  operatörden başka.  Yazı işleri Müdürü bile haber peşinde koşmaktaymış. “Anlaşılan bu gazetede yazar ve ziyaretçilerini sevmiyor ki, gelenlerle ilgilenecek bir adam bırakmamış gazetede “ diye düşünerek gazeteden çıktı Göktuğ.

 Belediye Başkanına uğradı. Sekreter :

“ Başkan çok önemli toplantıda, önceden randevu almadığınız için sizi onunla görüştüremem” dedi.

Baktı Göktuğ Başkan kendisini İstanbul Belediye Başkanı gibi meşgul göstermek istemekte, teknik adamları ne ciddiye almamakta. “Burada da bize hayat yok” diyerek hemen oradan da uzaklaştı.

Valiliğe gittiği zaman Valinin bir  önemli artist misafiri geldiğinden onunla kasabaları gezdiğini öğrendi. “ Vay burada da artistlik var” diyerek,  oradan da ayrıldı hemen.

Göktuğ,  kendi kendine acaba gerçekten bu insanlar meşgul mu?  Yoksa  önemsemedikleri insanları baştan mı savmaktalar?  Bunun için mi böyle davranmaktalar diye düşünerek  hemen  oradan da uzaklaştı.

Baktı ki Göktuğ,  kimse kendisi ile ilgilenmemekte.  Saatine baktı. Mesai dolmuştu.  Artık hiçbir yere gidemezdi. Her yer kapanmış olurdu.

Dünkü heyecanını ve bugünkü, doğup büyüdüğü ilin kendisine olan ilgisizliği sonrası hayal kırıklığı sonucu hissettiği, iç sızısını ta derinlerden duydu. Dokunsalar ağlayacak hale gelmişti.  Ama kendisini  sıktı.  Ağlamayacak, metin olacaktı.  Kendisine söz vermişti ve verdiği söze sadık bir insandı.

Eve ,elinde çantası ile dönerken beyni zonkluyor, her yandan aynı kelimeler , kulağını çınlatıyordu. Bir ara bayılacak gibi oldu. Kulaklarında hep aynı şeyler . YOĞUNUZ… BAŞKAN MEŞGUL.   BEYEFENDİ TOPLANTIDALAR…… TOPLANTI….

Eve kendini zor attı. Hemen banyoya geçti. Bir ılık duş aldı. Sonra oturma odasına geçti.

Okuldan ilk mezun olduğu zamanları hatırladı.Yaşlı bir amcaya rastlamıştı. Okuldan yeni mezun olduğu zaman.  Adam ona şefkatle sormuştu.

-Evladım sen ne okudun?

-İnşaat Mühendisi oldum, Memleketime hizmet edeceğim. Yapacağım projelerle bu ili kalkındıracağım amca, demişti… Umutla,gururla ve kendine o zaman olan özgüvenle…

Adam acı acı gülmüş,  Göktuğ’un şefkatle sırtını sıvazlayarak :

-Evladım, ne güzel bir okul okumuşsun.  Sen gerçekten de güzel bir okuldan mezun olmuşsun.. Bu ne büyük başarı, ne büyük şeref. Ama evladım bu memleket kadir kıymet bilmez. Sen gerçekten büyük projeler üretmek istemekteysen büyük şehirlere git. Orada seni anlayacak , sana değer verecek insanlar çok bulursun. Bu memlekette kalırsan aç kalma riskin bile var…    demişti.

O zaman Göktuğ,okulda öğrendiği üstün özgüvenle, adama acıyarak bakmış :

-Amca büyük şehir ne ki, bu  doğdum memlekette benim  projelerimle büyük şehir olacak .. demişti.

O zamanı hatırladı. Acı acı güldü. Adam ondaki özgüveni görünce..

-Nasıl istersen öyle olsun evladım. Siz gençler en iyisini  bilirsiniz… demişti.

Ağlamamak için kendisini zor tutmaktaydı Göktuğ. Ağlamayacak, direnecekti. Kendisi etmiş kendisi bulmuştu.. Hayatla mücadele etmeyi de öğrenecekti artık. Okulu tamamlamış, ama hayat ona acı gerçekleri mezun olur olmaz sunmaya başlamıştı.. Sabredecek, ilerde sabrının mükafatını görecekti tabii ki…Her şeye rağmen gelecekten umutluydu.

Gene de tecrübeli insanları dinlememenin, onları dikkate almamanın ve toyluğunun , tecrübesizliğinin cezasını da çektiğinin farkındaydı. Keşke o yıllara dönse de bazı hatalarını yapmasaydı. Ama zamanı geri almak, durdurmak, hataların tamamını telafi etmek mümkün değildi ve o mümkün olan hataları artık yapmak istememekteydi…

Tam bu duygular içindeyken telefon çaldı. Üzüntüsü şaşkınlığa döndü. Bu zamanlarda hiç telefon beklememekteydi . Bugün görüştüğü hiçbir yerde de kimseye telefonunu falan vermemişti. Kim telefon edebilirdi ki ?Merakla telefona sarıldı.

Arayan okul arkadaşı Salih’ti. Beraber okumuşlardı. O okulu tamamlamadan önce bir firmaya girmiş ve  okulu tamamladığı zamanda hemen terfi almıştı. Salih mantıklı davranmış ve memleketine dönmemişti. Şimdi firmada yavaş yavaş yükselmekte,orada tanıştığı mühendis kızla evlenmek  için gün saymaktaydı. Aralarında şöyle konuşma geçti.

-Merhaba Göktuğ.

-Merhaba Salih nasılsın ?

-İyiyim, çok iyiyim canım Kardeşim ne yapıyorsun?

-Sorma geçmişimi sorgulamaktaydım Salih Kardeşim…

-… ?????

-İyi güzel sorgula, sorgulamakla eline ne geçecekse…  Projen ne aşamada uygulamaya başladın mı ?  O spordan başka bir şey düşünmeyen , çok çok yoğun insanlarla  dolu,  gelişmişlikte 81 il arasında ancak 62. olan ilde projeni nasıl uygulayacaksın ki ?

-Salih, sen buraya hiç geldin mi ki ? Benim memleketimi benden daha iyi bilmektesin sen ?

-  Gelmedim ama biz ne çağında yaşamaktayız. Senin ilin ile benim ilim arasındaki fark ne ki  ? İnternet çağında her şeyi hemen öğrenmek mümkün işte.

-….

Karşı taraf sustu. Göktuğ sustu.. Her yer sustu sanki Göktuğ’a o an her şey susmuş gibi geldi.

Salih derin bir nefes aldıktan sonra:

-Sevgili Göktuğ, Canım Kardeşim, şimdi sadede gelelim, dinle beni bugün lütfen, seni sevdiğim,  senin geleceğini düşündüğümden sana bunları söylemekteyim…

-….

-Dinliyor musun?

Göktuğ derin bir nefes aldı.  O güne kadar Salih gibi güzel dostu,  tecrübeleri, kendini çok akıllı sanarak dinlememiş, aşırı özgüveninin, kontrolsüz güveninin kurbanı olmuştu. “ Bin kere biliyorsan da gene de bir bilene danış” atasözünü önemsememenin acısını çekmekteydi ama şu an  Salih’i dinlemesi konusunda, içindeki ses ona telkinlerde bulunmaktaydı. Bunu fark ettiği an tüm samimiyeti ile konuşmaya başladı.

-Buyurun Salih Kardeşim, bütün kalbimle, beynimle, benliğimle seni dinlemekteyim. Bugüne kadar senin gibi değerli dostları dinlemedim. Büyükleri dinlemedim, büyük şehirlerden uzak kaldım elime ne geçti. Şimdi seni dinlemekteyim. Hem de tüm benliğimle. Seni dinlemesem  deli doktorlarını dinlemek zorunda kalacağım ve tımarhanelik olacağım.

Salih telefonun öbür ucunda tebessüm etti. Arkadaşını yanlışından döndürmenin sevinci ile sesini daha sevgi dolu bir tona büründürerek :

- Göktuğ Kardeşim, ben sana inanmakta, sana güvenmekteyim. Hazırladığın projelerin, fikirlerinin uygulandığı zaman   ne kadar güzel şeyler olacağına da candan inanmaktayım. Hatırlarsan okulun son yılında  sana, “ Gel şu firmanın teklifini kabul edelim, kendimizi gösterelim. Sonra anlaşamazsak ayrılarak kendi firmamızı kurar, sonra da kendi projelerimizle ilimizin kalkınmasına katkıda bulunuruz” demiştim. Sen o zaman “ Ben asgari ücretle çalışamam. Ben memleketime hizmet edeceğim. Büyük projelerin adamıyım” demiştin. Şimdi gördün ki,  tecrübe sahibi olmadan, küçük projelerle işe başlamadan büyük  projeler olmamakta. İşte bu yüzden sana  bugün güzellikleri anlatmaktayım. O günleri hatırlıyor musun?

Telefonun öbür tarafındaki sessizce  dinleyen Göktuğ, bu doğru sözler karşısında sadece:

-Hıı doğru söylemektesin, diyebildi.

“Memleketime hizmet edeceğim”, diyerek kendi geleceğini reddetmiş, ama memleketi de O’nu ret etmekte, gazetede geyik muhabbeti yapan insanlar kadar değer vermemekte, Belediye Başkanı, Vali kendi ile muhatap bile olmamaktaydı.  Halbuki o kendisini Belediye Başkanı olacak kapasitede bile görmekteydi. Ama o an inandı ki  o ilde artık  çöpçü bile olamazdı artık.

Göktuğ’un gözleri doldu. Ağlamayacaktı ama memleketinin  ona karşı tutumu O’na o kadar dokunmuştu ki, ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Gözlerinden yaşlarının  akmasına engel olamadı. Hüzünle.

  • Kusura bakma Salih midem bulanmakta. Bana 10 dakika müsaade, dedi.

Artık  gözyaşlarına hakim olamıyordu. Odasında bir köşede duran projesine, yayınlanmayan makalesine baktı. Anladı ki , küçük bedenlere büyük elbise ne kadar  komikse, küçük beyinlere de büyük projeler ve fikirler o kadar komik kalmaktaydı. Sonra anladı ki,  küçük beyinlere, büyük insanlar   mantıksız gelmekteydi.  Kendisinin  yerinin artık o il olmadığına inanmıştı.  İlinin durumu, insanlarının tutumu, yerel medyası ile yönetimi  ile o ilin vurdumduymaz tutumuna  karşı artık “ Ağlamayacağım” diyemiyor, hıçkırarak ağlıyordu. Annesi yanına gelerek bir çocuk gibi başını göğüslerine dayadı oğlunun:

-Üzülme evladım, sen bu ilde 22 sene yaşıyorsan biz babanla 50 seneden beri yaşamaktayız.  Bu ilin vurdumduymazlığı, bu ilin insanlarının  umursamazlığı babanı kanser etti. Ben sabrettim ama baban sabredemedi. Üzülmekle elden bir şey gelmez. Gerçekçi ol. Kalk bir duş al, kendine gel, dedi.

Anne öğüdü dinledi. 10 dakika önce duş almasına rağmen stresten , üzüntüden gene terlemiş ve   sinir sistemi alt üst olmuştu. Biraz olsun ağlamış ve rahatlamıştı. Hemen  kendini toparladı. Güçlü olmak , güçlü kalmak zorundaydı. Üzülmekle ele bir şey geçmezdi. Hayat devam etmekteydi…

Annesini şefkatle öptü. Kucakladı. Sevilmenin , sevginin , adam yerine konmanın ne demek olduğunu anladı “ Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” ata sözünü  ta derinden hissederek annesine şefkatle baktı :

-Ağlamayacağım anne, üzülmeyeceğim, güçlü olacağım, sağlam olacağım, dik duracağım. Göreceksin bu ildekiler ilerde  beni arayacak da bulamayacaklar, dedi.

Hemen banyoya koştu. Hızla duş aldı. Duş kendine getirmişti onu. Hemen üstünü giydi. Güzel kokular süründü.  Kendine çeki düzen verdi. Annesi o banyoda iken kahvesini hazırlamıştı. Kahvesini yudumlarken   telefon gene çaldı. Arayan tabi ki Salih’ten başkası değildi.

Salih heyecanla sormaktaydı :

-Ne oldu Göktuğ, çok merak ettim seni, dedi sevgi ile.

Bunun üzerine Göktuğ, bu kere  tüm önyargılarından arınmış, hatada ısrar etmeyen, çevresini ve büyüklerini anlamış, dinlemiş insanın özgüveni ile Salih’’e her şeyi anlattı.

Bunun üzerine Salih :

-Kardeşim, okulda öğrendiğim bilgiler ve Kişisel Gelişim kitaplarından öğrendiğim bilgilerle edindiğim insan ilişkilerinde etkin bilgilerimle, daha öğrenci iken girdiğim o firmada, geçen gün firmanın Genel Müdürü oldum.  Belki inanmayacaksın ama, aynı zamanlarda tanıştığım   yaşadığım büyük şehrin Belediye Başkanına danışman oldum. Her konuda fikrimi  alarak beni onere eden Başkan’a senden bahsettim. Seni anlattım.Benim anlatımımla seni sevdi Başkan, sana güvendi. Sana inandı.Seni hemen tanımak istedi. Ama hemen tanımak istedi. İlk uçağa atla gel.

Göktuğ şaşırmıştı bu  hızlı gelişime. Ama artık  şaşırmamalıydı. İnsan doğru yerde, doğru insanlarla iletişim kurarsa, doğru adımlar atarsa, doğru bilgi doğru yerde kullanılırsa sonuçta Salih kadar etkili olmak mümkün olurdu yani. Hayretle :

-Uçakla mı? Dedi.

-Pardon o ilde uçak yoktu değil mi ? O zaman ilk otobüse atla, gel.

-Çok kusura bakma ama, gelemem.

-Neden?

Göktuğ, yutkundu. Tüm parasını bu projeye harcamıştı. Yanında dışarı çıksa çay içecek parası yoktu. Annesinden , para isteyemezdi. O dul maaşı ile kendisini yokluklar içinde büyütmüştü. Tekrar yutkundu ama gerçekleri söylemeden edemezdi:

-Çok çok özür dilerim ama, bende yol parası bile yok.

Öbür taraf heyecanla:

-O’nun lafı mı olur ? Sen bana banka hesabını bildir. Ben sana hemen yollarım.

Göktuğ , çantasından banka hesap numarasını buldu. Hemen telefonda bekleyen Salih’e hesap numarası  bildirdi.Salih heyecanla:

-Sen hemen bankaya git, yol paranı al, akşam arabaya atla, yarın yanımda ol. Sen geleceğin zamanı bildir, ben seni bekleyeceğim mutlaka. Senin geleceğini  başkana da bildireyim, dedi.

Göktuğ, neşe ile  annesine koştu. Oturma odasında,  annesi oturmaktaydı. Vakit hayli geç olmuştu ama, bankamatikten  parasını alacaktı. Annesi de oğlunun neşelenmesine  sevindi.

Göktuğ 15 dakika sonra bankamatikten yol parasının 10 misli parayı alarak , oradan hemen bilet almaya koştu. İki saat sonra araba kalkacaktı. Hemen eve döndü. Bavulunu ağlayarak değil, artık gülerek hazırladı.  İçinden, “ Siz yoğunsanız, artık ben sizden daha yoğunum” dedi. Gülümsedi.  Bavulunu aldı. Annesi ona yemek hazırlamıştı. Hemen yemeğini yedi. Annesine her şeyi anlattı. Annesi zaten bu gelişmeleri bunca sene tecrübesi ile beklemekteydi. Çok sevindi. Oğluna moral verdi.

Göktuğ, bir saat sonra , elinde bavulu, projesi ile  bu insanları çok yoğun ilden , artık  çok yoğun  bir mühendis olarak ayrıldı. Ardına bakmadan , cepheye koşar gibi , kurtuluş savaşına giden dedesi gibi ardına bakmadan gitti. Anladı ki,  güzel şeyler yapan insanları , yanındakiler anlamasa da, bir gün anlayan ve  ona değer veren insanlar çıkacaktı ve  insanı anlayacaktı. Atalarımız boşuna “ Altının değerini yalnızca sarraf bilir” dememişlerdi.

Aradan 10 yıl geçti. Bir gün O çok yoğun  insanların yaşadığı ildeki  şahıslar  şu gazete haberini okudular:

GÖKTUĞ’UN ZAFERİ

Göktuğ ASUHAN ,yıllar önce memleketinden bavulunu ve  ilimizin gelişmesi üzerine hazırladığı projesini alıp  geldiği ilimizde , uyguladığı projesi ile binlerce insana iş ve  ev sahibi olma imkanı sağladı. Geçe gündüz çalışan bu yiğit genç, milyonlarca hemşerimizin kalbine taht kurarak, halkın ısrarı, sevgisi ve  baskısı ile aday olduğu Belediye başkanlığını  ülkemizde kırılamayacak bir rekoru kırarak yüzde 80 oy ile başkan seçildi . Başkan ilk demecinde “ İçimizdeki cevherleri, değerleri değerlendirerek, bugün bulunduğumuz konumdan, daha güzel konumlara geleceğiz. Bizde en büyük hazine insandır.  O’na değer vermektir.  Bizler birer hizmetkarız, sizler bizim efendimizsiniz “ dedi.