Turan Yalçın 1

Emre  Pekçetinkaya: “ Yazmak istediğim kitaplarda daha çok insanın hayattaki yolculuğunun anlam ve derinliği üzerinde durmak istiyorum”

         Prof .Dr. Doğan Cüceloğlu ve  Prof.Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’na  uzun yıllar asistanlık yapan Psikolog  Emre Pekçetinkaya “Mutluluk Yavaş Yavaş Gelir”  adlı bir kitap yazmıştı. Bugünlerde 3. Basksıını yapan kitap ve yazmak konusunda  konuştuk.

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Hangi okullarda okudunuz?

EMRE PEKÇETİNKAYA- Öncelikle nazik davetiniz için teşekkür ederim, sorularınızı yanıtlamaktan mutluluk duyarım. 1994 yılında İskenderun’da doğdum, ailem aslen Nevşehirli. Beş kardeşin en küçüğüyüm. Eğitim hayatım farklı şehirlerde devam etti. İlk okulu Nevşehir ve İstanbul’daki üç farklı okulda tamamladım. Lise ve üniversite eğitimim de yine İstanbul’da devam etti. Üniversite eğitimi için ilk olarak İstanbul Üniversitesi’nde Radyo TV Sinema bölümüne girdim, orada okuduğum yıllarda psikoloji içerikli kitaplar okumaya başladım ve bu alana olan ilgimi fark ettim. Sonrasında Arel Üniversitesi’nde psikoloji yüksek lisans ve İstanbul Rumeli Üniversitesi’nde psikoloji lisans olarak devam ettim.

SORU-. Genç yaşta Doğan Cüceloğlu ve Gülseren Budayıcıoğlu’nun asistanlığı yaptınız, nasıl bir duyguydu?

EMRE PEKÇETİNKAYA- Doğrusu kendimi çok şanslı hissediyorum ve şükür doluyum. Daha yoğun olarak Doğan Hoca ile yaklaşık yedi yıl boyunca çok yakın çalışma fırsatı buldum. Bu çalışma süreci içinde ondan insana ve hayata dair çok şey öğrendim. Bu ülke insanlarının yaşamlarını daha doyumlu hale getirmek için çabalayan, varını yoğunu ortaya koyan, anlattıklarını yaşayan yaşadıklarını anlatan, müthiş tutarlı, çok özel bir insandı Doğan Hoca. Keza yine Gülseren Hanım’la birlikte yaklaşık dokuz yıldır çalışıyorum. Onunla çalışmalarım temelde sosyal medya danışmanlığı şeklinde oldu. İnsana, psikolojiye, yazmaya dair ondan da çok şey öğrendim. Böylesine değerli isimlerle çalışmanın bana çok şey kattığını hep hissettim, hissediyorum.

SORU- Kitabınızda güzel çocukluk anılarınız var. Çocukluğunuza gençliğinizden bakmak nasıl bir duygu?

EMRE PEKÇETİNKAYA- Esasında bu tür hikayeleri ve anıları yazma ihtiyacım ve isteğim daha çok psikoloji alanında bazı çok önemli bilgileri öğrenmeye başlamamla oluştu. Çocukluk, her daim anılarıyla insanın aklında, duygusal kökleriyle insanın gönlünde yerini koruyor. İnsan psikolojisine dair öğrendiklerim, beni üzen ve mutlu eden çocukluk yaşantılarımı bir yetişkin olarak yorumlayabilmeme olanak sağladı. “İnsan psikolojik olarak neye ihtiyaç duyar, niçin üzüldüm, niçin sevindim, eksik olan neydi, neler olsaydı benim için daha iyi olurdu, bu eksik olanlar niçin eksikti?” gibi pek çok sorunun cevabını bulmaya çalışmak benim için hem düşünsel olarak keyifliydi hem de bugün daha güçlü varoluşa sahip bir yetişkin olabilmem için geliştiriciydi.

SORU-  Yazmak sizin için ne anlama geliyor? 

EMRE  PEKÇETİNKAYA-Yazmaya olan ilgim aslında iyi bir okuyucu olmaya başlamamla, yani yaklaşık on yaşımdayken başladı. Deneme, şiir, hikaye gibi farklı türlerde yazılar yazmayı denedim. Yazdıklarımı her zaman beğenmekte zorlandım. Yazmak beni kendine her zaman çekiyordu ama nasıl yazacağım, ne yazacağım, niçin yazacağım gibi konular muğlaktı. Esasında yazmanın 5N1K’sı benim için henüz oluşmamıştı. Yazmakla ilgili kafamda soru işaretlerinin cevabını Doğan Hoca ile çalışırken buldum. Onun kitap yazım sürecini yakından görmek, asistanı olarak bu süreçte yer almak, bir kitabın nasıl yazıldığına dair ilk elden çok özel bir eğitim olanağı oluşturdu. Ve bu süreçte yazma niyetimi ve yöntemimi keşfetmeye başladığımı hissettim. Yazmanın benim için pek çok anlamı var, şu anda bunlardan en baskını kendi iç dünyamda bir yolculuğa çıktığım duygusunu hissetmek, bu yolculukta her taşı kaldırıp altına bakmak, bulduklarımı mümkün olduğunca yalın bir dille kağıda dökmek ve okurlara ulaşabilmesini, hayatlarına küçük de olsa bir katkı sunabilmesini ümit etmek. Tüm bunlar benim için çok anlamlı.

SORU-. Genelde gençler okumadan yazmak, ünlü olmak istiyor. Sizce bir yazım süreci nasıl olmalı?

EMRE PEKÇETİNKAYA- Yazmak, hele hele de bir kitabının çıkması elbette pek çok insan için özel ve değerli bir amaç. Yazılan içeriğin türü ve niteliğinden bağımsız olarak bir şeyler yazan ya da yazmaya çabalayan bir insanı hayal ettiğimde gözümün önüne iyi ve olumlu bir imge geliyor. Bu nedenle bu eyleme emek ve zaman veren herkese her şeyden bağımsız olarak saygı duyuyorum. Bununla birlikte bence yazdıklarını kendisi için saklamayıp bir kitap olarak okurun karşısına çıkarmak isteyen herkesin en başta kendine, sonra da okura karşı bir sorumluluğu var. Yani mümkün olduğunca iyi bir hazırlıkla, yazılacak olan içeriğin altı doldurularak okurun karşısına çıkmak uzun vadede daha anlamlı olabilir. Söz gelimi günlük hayatta evimize çağırdığımız bir ustadan nasıl ki nitelikli bir çalışma bekliyorsak ya da aldığımız bir ürünün nasıl ki mümkün olduğunca kaliteli olmasını bekliyorsak bir kitabın da buna benzer bir nitelik taşıması faydalı olabilir.

Şimdi şu da aklınıza gelebilir, “Peki nitelikli olmanın bir sınırı yok, nasıl anlayacağız bir kitabın yeterli düzeye ulaştığını?” Bana kalırsa kişi kitap dünyasına girip bir süre okuma ve incelemeye yoğunlaşırsa nitelikli olanı görme ve inşa etme noktasında gözü gelişiyor. O zaman kendi yazdığının da niteliğini az çok fark edebiliyor ve üzerine çalışarak daha iyi hale getirebiliyor. İyi bir okuyucu olmanın burada katkısı büyük. Esasında okumak en temel anlamda meyve vermesini beklediğiniz bir ağacın köklerini beslemek, güçlendirmeye çalışmak gibi bir süreç. Kolayca görünen ve hemen göze çarpmayan çok fazla faydası var. Yine kitabı yazdıktan sonra bir süre dinlenmeye bırakmak, biraz uzaklaşmak ve sonra yeniden gözden geçirmek de çok faydalı olabilir. Ayrıca etrafınızda aklına ve gönlüne güvendiğiniz kişilere okutmak, yorum ve öneri istemek de kitabın gücünü artıracak bir katkı sunabilir. Kitap, yazma sürecinin son basamağı olduğu için ve sonrasında artık iyileştirme imkanı çok kısıtlı olduğu için öncesini iyi değerlendirmek önemli görünüyor. Yine bu süreçte kişinin “Yazma niyetim ne? Kime ne anlatmak istiyorum? Bunu nasıl yapacağım?” gibi soruların cevabının peşine düşmesi de yararlı olabilir.

SORU- Okumak size ne katıyor?

EMRE PEKÇETİNKAYA-  Okumak bana kendi sınırlı hayatım içinde başka hayatlara konuk olduğum bir kapı araladı. İlk okul dördüncü sınıfta kitaplara ilgimi fark etmiştim. O dönem şehir ve okul değişikliğim olmuştu, çevreme alışma konusunda problemler yaşıyordum. Bu sıkıntılı dönemde bir anlamda kitapların içindeki dünyaya daldım. Bu o zamanlar benim için kendi hayatımdaki sıkıntılardan bir kurtulma şekliydi. Zamanla bu bir şeylerden kurtulma ihtiyacından öte, kötü veya iyi her zaman hayatımda yer açtığım bir ihtiyaca dönüştü. Herhangi bir sebeple kitap okumadığım dönemlerde hayatımın yavanlaştığını ve sığlaştığını hissederim.

SORU- Yazdıklarınızın okunup da sizi tebrik etmeleri nasıl bir duygu?

EMRE PEKÇETİNKAYA- Elbette bu içimde çok güzel hisler oluşturuyor. Yani tebrik edilmekten çok birinin yazdıklarıma zaman ve dikkatini vermesi, maddi ve manevi olarak buna kendince bir kaynak ayırması, sonunda da “iyi ki okumuşum” duygusunu hissetmesi beni mutlu ediyor ve yazmaya devam etmem için motivasyonumu artırıyor.

SORU- Başka neler anlatmak istiyorsunuz?

EMRE PEKÇETİNKAYA- Yazmak istediğim kitaplarda daha çok insanın hayattaki yolculuğunun anlam ve derinliği üzerinde durmak istiyorum. İnsanın iç dünyasını, karmaşalarını, kavgalarını, umut ve sevinçlerini derinlemesine ele alıp incelemek fazlasıyla ilgimi çekiyor. Bir bütün olarak ifade edecek olursam nacizane “iyi” kavramını da sorgulayarak bireyin “daha iyi bir hayatı” nasıl yaşayabileceğini irdelemek istiyorum.