“Dünyayı güzellik kurtaracak,

bir insanı sevmekle başlayacak her şey…”

(Sait Faik Abasıyanık)

 

Yazar Leyla Erbil, “Yaralı doğar bütün insanlar… İnsan anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce.” der…

Birine çok öfkelendiğimde ya da kızdığımda bu söz aklıma gelir. Öfkelendiğim, kızdığım kişi nasıl bir hikâyenin içerisinden gelmiştir bugüne? Yeterince sevilmemiş, derdini ifade edememiş, hangi yoklukların ve imkânsızlıkların pençesinden sıyrılarak gelip de tutunmak istemiştir hayata?

Düşünür dururum işte…

Yaşadığımız kaotik şehir hayatı anlamayı ve anlaşılmayı zorlaştıran yanıyla yalnızlaştırıp ayrıştırıyor bizleri.

Sevgi diliyle konuşamıyoruz. Öfkenin girdabında, kibrin zehrinde ve yüksek sesle konuşmanın sarhoşluğunda geçip gidiyor ömür dediğimiz şey. Hayat öykülerimiz farklı olsa da dertlerimiz çoğu kez aynı.

Anlatılamayan, anlaşılmayan hikâyelerimiz var hepimizin…

O hikâyeleri bilmeden birbirimizi anlamak da pek mümkün görünmüyor.

Hırsız neden hırsız, katil niye katil oldu bilemiyoruz. Sonuçta hırsız ve katil işte. Çalıyor, dövüyor ve öldürüyorlar. Amerikan biyografi filmlerinde seri katillerin ve dünyaca ünlü hırsızların psikologlara anlattıkları işlenir. Hepsinin kökeninde suça bulaşmalarındaki neden olarak ailelerindeki ilgisizlik ve gördükleri şiddet yatar. Ya terk edilmişler ya da şiddetin içerisinde büyümüşler, sonra evden kaçarak suça bulaşmışlardır.

Aslında Amerikan filmlerine gitmeye de gerek yok…

Yanı başımızda tanık olduğumuz birçok olayın faillerinin de benzer hayat hikâyelerinin olduğunu biliriz. Şiddete meyilli anne babanın elinde büyümüşler, yokluk ve yoksullukla kavrulup bugünlere gelmişlerdir. Alamadıkları sevgi, göremedikleri ilgi ve eğitimin neticesinde toplumun suçlular kategorisine girmişlerdir. Ne kadar hazin öyküleri olsa da bizleri sonuç ilgilendirir. Geldikleri yer, durdukları suç mahalli ve aldıkları cezadır esas olan.

Bir türküde “Sırlarımı söyledim dağlara dumanlara/ Ben yazarken ağladım okurken de sen ağla” der.

İnsan denen mahlûkatın bugün geldiği noktada kendini sorgularken geçirdiği süreci ilmek ilmek doğru analizini de yapması gerekiyor…

21. yüzyıl dünyasında önce aileyi kurtarmamız şart. Huzurun egemen olduğu bir aile ortamında, doğru ve nitelikli eğitimi okullarda alarak büyüyen nesiller kurtaracak geleceğimizi.

Şiddetten, argodan, bayağılıktan uzak, naif ve duyarlı insanlarla güzelleşecek dünya…

İnsanın binlerce yıldır yürüdüğü uygarlık yolunda sanata ve edebiyata kazandırdıklarını daha iyi, daha yaşanır bir dünyanın yeniden tesisi için çok daha fazlasıyla kazandırması gerekiyor.

Leyla Erbil’in “Yaralı doğar bütün insanlar… İnsan anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce.” sözünü unutmadan, daha çok anlamaya, sevmeye ve sevecenliğe meyletmeli, dünyayı güzelliğin kurtaracağına inanmalıyız.

İnanmak ne ki, sevdalanmayız bu ihtimale.

Bir ‘ihtimal’ bile olsa, sevdalanmayı hak ediyor çünkü…