Rivayet odur ki Büyük Selçuklu Devleti döneminde, günümüz İran'ının Hazar Denizi kıyısındaki Gilan Eyaleti'nde doğan âlim ve mutasavvıf olan Kadiriye tarikatının kurucusu ve İslam filozofu Abdulkadir Geylani, bir gün kervanla yola çıkar. Yolculuk esnasında kervanın önünü bir eşkıya grubu keser. Kervandaki herkesin neyi var, neyi yok alırlar.

Eşkıya başı, “Kimsenin üzerinde bir şey var mı?” diye sorduğunda, Abdulkadir Geylani ceketinde dikili olan 40 altının yerini gösterir. Eşkıya başı hayretler içinde neden böyle davrandığını sorunca Geylani, “Annem bana asla doğruluktan şaşma demişti…” der. Abdulkadir Geylani’nin bu davranışı karşısında eşkıya başı, “Şu çocuk annesinin sözünden çıkmamak için doğruluktan şaşmıyor, biz ise Allah'ın haram kıldığı bir işi yapıyoruz. Yazıklar olsun bize, ben şu andan itibaren eşkıyalıktan vaz geçiyorum” diyerek mahiyetindekileri serbest bırakmış, kendisi de tövbe ederek hidayete ermiş.

Aziz Peygamberin “Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk, hayra ve üstün iyiliğe yöneltir” sözünü doğrularcasına hem de… Günümüz dünyasında etik değerlerin dejenere olduğunu hepimiz kabulleniriz. Ama hiçbirimiz bu dejenerasyon karşısında neredeyse hiç kılımızı kıpırdatmıyoruz. Herkesin haklı olduğu, hiç kimsenin eksiğini kabul etmeyerek kendi doğrularını etrafına dayattığına şahidiz. Toplumsal yaşantının internete indirgendiği, dayanışma, vefa ve komşuluk ilişkilerinin dönem dizilerinden izlendiği bir çağdayız. Azla yetinmeyi bilmeyen, sürekli kendisine yüksek çıtalar kuran, düşledikleri gerçekleşmediğinde mutsuz olan ve sürekli maddiyatın peşinde koşan nesiller türedi.

Telefonunun markası, arabasının ve evinin özelliklerini gözümüzün içine sokanlar da işin cabası… Yazar Sibel Erarslan bir yazısında, artık lügatimizden çıkan “kanaat” ve “huzur” kelimelerine atıfta bulunarak, “Sözlüklerimizin ne yazık ki unuttuğu bir kavram var: ‘Kanaat’... Sözde değil özde kanaat ehli olmak ne demek... Huzur ne demek. Sadece refah arttıkça sağlanacağını zannettiğimiz halde, zenginleştikçe kaçırdığımız bir şey huzur da kanaat de... Rekabete dayalı serbest piyasanın ne siyasetinde ne medyasında ne akademisinde zaten işitmiyoruz bu kelimeleri.” diye yazmıştı.

Huzura giden yolun kanaat etmekten geçtiğini unutanlara yazılmış güzel cümlelerdi bunlar… Doğruluk ve dürüstlüğü menkıbelerde okuyan nesiller olarak bilmeliyiz ki; geçmişte kalan “kanaat” anlayışı şükürle birleşmeyince, sürekli gözü yükseklerde olan, nefsi doymayan, tüketimle azgınlaşan ve hiç üretmeden yaşamayı kendine amaç edinen bir toplum yapısıyla bir yere varamayız. Çok çalışıp üretenlerin, yan gelip yatanlardan üstün olduğunu bilerek ivme katmalıyız hayata. Zorlukları aşmak ve engelleri bertaraf etmek için kaybettiğimiz değerlere yeniden dönmek dışında başka bir çaremiz de yok üstelik.

Peki, tüm bu gerçeklerin farkına ne zaman varacağız? Asıl sorulması gereken soru bu. Herkes kendini düzelterek başlayacak işe. Hatan varsa telafi edeceksin, zarardaysan bırakacaksın, günahtaysan affın için dua edeceksin, dargınsan barışacak, kin tutmayacaksın. Dünyaya ait ne varsa tapmaktan vazgeçecek, para ve etiket peşinde koşmayı bırakacaksın. İnsanlara faydalı olmak için mücadele etmek dışında bir gayretin olmayacak. Çıkarların için küçük hesapların peşinden gitmeyeceksin. Adil ve merhametli olacaksın. Şükredeceksin. 'Kanaat' duygun olacak. Komşuna hatır soracaksın, selamını esirgemeyeceksin. Üç kuruş çıkarın için adam satmayacaksın.

Liste uzar gider…

Velhasıl, önce ‘insan’ olacaksın kardeşim!

Hep birlikte ‘insan’ olacağız…

(Yazarımız Hüseyin Alpay bu yazısını ilk olarak 1 Kasım 2019’da yayımlamıştır.)