Aklı başında hiç kimse “Yolsuzlukların üzerine gidilmesin” demez. Hatta vatansever olmak “tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunmak” ile başlar. Kim hırsız, arsız utanmazsa, yolsuzluklarla servetine servet katıyorsa, kul hakkı yiyorsa tepesine çökmek, ümüğünü sıkmak, elindeki haksız servete kamu adına el koymak devletin asli görevidir. Lakin iş “benim hırsızım senin hırsızından evladır” boyutuna gelirse iş değişir.
CHP’li İstanbul Belediyesi başta olmak üzere, birçok CHP’li belediyeye yönelik sürdürülen yolsuzluk operasyonlarında kantarın topuzunun kaçtığı, adalet duygusundan ziyade siyasi hesaplaşmaların yaşandığı konuşuluyor. Ve bu durum başta CHP seçmeni olmak üzere, muhalif yurttaşları korkutuyor. “Yarın senin de diplomana el koyarlar” sözü artık espri malzemesi oldu. “Devletin kafası estiğinde diplomalara ve mülkiyetlere el koyduğu” algısı vatandaşları ürpertiyor.
Ve tüm bunlar yolsuzlukla mücadele kapsamında yapılıyor. Bakın bir kez daha altını çizerek yazıyorum: Kimsenin yolsuzluklarla mücadeleye bir diyeceği yok, olamaz da. Hırsızın partisi olamaz; AK Partili, CHP’li, MHP’li kim hangi siyasi kimlikle suç işlerse işlesin, hesap sorulmalı elbette. Ama vatandaşın kafası çok karışık. “Bu yolsuzlukları sadece CHP’li belediyeler mi yapıyor? Nerede destan destan yazılan Ankara’nın, İstanbul’un önceki belediye başkanlarının görevden alınmalarına neden olan yolsuzluk iddialarının hesabı? CHP dışında hiç mi yolsuzluk yapan yok?” soruları yalnız sokaklarda değil vicdanlarda da yankı buluyor.
Ekrem İmamoğlu’na yönelik “gizli tanık” ifadeleriyle oluşturulan birçok iddia, hukuktaki “gizli tanıklık” kavramı üzerinde yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Ergenekon ve Balyoz iddianamelerindeki “gizli tanık” ifadeleriyle birçok ismin iftiralara kurban gittiği yıllar sonra anlaşılmıştı. Dolayısıyla adalet sistemimizin vatandaşlara daha çok güven salgılaması için hassasiyetle konuların üzerine gidilmesi gerekiyor.
Öte yandan T24 Haber Sitesi’nden Murat Sabuncu’nun sorularını yanıtlayan Ekrem İmamoğlu’nun şu sözleri ise gerçekten çok çarpıcı:
“(…) Ben suçlu da değilim suç örgütü lideri de değilim, kumpasçıların kullandığı bu ifadeler beni incitemez. Ancak bu darbeyi planlayan ve haram parayı kendilerine hak gören bu zihniyetin iktidarda olması milletimizi ettiği gibi beni de rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığımızı ilk seçimde gidereceğimizden milletimizin şüphesi olmasın. (…) Şu anda mesele benim ne zaman özgürlüğe kavuşacağım değil, tarihimizde yüce Türk yargısına verilmiş en büyük zarar ve bunun bedelidir. Uygulanan düşman hukuku yöntemleriyle bu ülkede ne Cumhurbaşkanı adayı ne belediye başkanı ne de çalışan özgür kalır. Bu bir yargılama değil, siyasi hasımlıktır.”
Yargının işine karışmak gibi bir hadsizlik yapacak durumda değiliz; tek derdimiz bu ülkenin evlatlarının her koşulda eşit yurttaş olduklarını hayatlarının her anında hissetmeleridir.
Yargının, adaletin, işe alınmaların, ihalelerin; kısaca akıllarda soru işareti bıraktırma olasılığı olan her işin eşit, şeffaf ve adil şartlarda gerçekleştiği bir ülke hepimizin özlemi. İktidarından muhalefetine ülkenin kaynaklarını milletin emrine sunmak yerine, kendi şürekalarına peşkeş çeken herkesten hesap sorulsun; lakin işi sadece bir kesimle yoğunlaştırarak, onları şeytanlaştırarak değil; bir bütün halinde faillerin siyasi kimliklerine bakılmadan bu işler yapılmalıdır.
Hasım değil hısım olmak varken, ülkenin kurucu siyasi iradesini düşman ilan etmek doğru değil. Kaldı ki CHP seçmeni de bu ülkede vergi veren, askerlik yapan ezici ve güçlü bir çoğunluk. DEM Parti’nin “bile” melek olduğu ancak Atatürk’ün emaneti CHP’nin şeytanlaştırıldığı bir süreç, gerçekten hiç kimseye fayda getirmez. Ülkeye daha fazla yazık etmeden, vatandaşın gerçek gündemine dönün; geçime, hayat pahalılığına, mutfaktaki yangına, işsizliğe, gençlerin umutsuzluğuna çareler bulun…