İslam alimi Fahreddin er-Razi pazarda sıcağın altında buz satarak “Sermayesi eriyen şu adama acımaz mısınız?” diye bağıran bir esnaf gördüğünü ve Asr Suresi’nin anlamını o an kavradığını söylemiştir. Asr Suresi’nde, “Asra yemin olsun ki insanların çoğu ziyandadır, salih ameller işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna…” diye buyuruluyor.
Dünya yolculuğumuzda maddi sermayemize gösterdiğimiz özeni ömür sermayesine gösteremiyoruz çoğu kez. İnsan aklı sürekli “zengin olmaya, mal biriktirmeye ve çok kazanmaya” kurgulandığı için ölümü unutabiliyor. Zaten bugün yaşadığımız birçok sorun, ölümü unutmaktan kaynaklanmıyor mu?
Pazarda buz satan adamın kaygısını ömrümüz için taşıyacağımız vakit, belki de dünyanın daha iyi bir yer olacağını görebileceğiz. Hani bir hikaye vardır, ben de yazılarımda arada sırada hatırlatırım. Ermeni, Kürt ve Türk üç arkadaşın hikayesidir. Yeniden hatırlayalım mı:
Biri Ermeni, biri Kürt, diğeri Türk üç arkadaş yolda giderken susamış; o sırada gözlerine bir bağ ilişmiş. Salkım salkım üzümler... “Girelim bahçeye, sahibi varsa parasını verir afiyetle yeriz. Yoksa bir iki salkım üzümden ne çıkar” diye düşünmüşler. Üzümleri tam yemeye başlamışlar ki bağın sahibi gelmiş. Ermeni'nin üzerinde papaz kıyafeti varmış. Onun, farklı bir dinden olduğu anlamış bağ sahibi; diğer ikisine sormuş: “Siz kimsiniz, nesiniz?” Biri Kürt, diğeri Türk olduğunu söyleyince, üçüyle bir arada başa çıkamayacağı için, basmış papaza dayağı…
“Bunlar benim din kardeşim. Ya sana ne oluyor?” diyen bağ sahibine Papaz, “Parasını ödeyecektim” dese de bağcının sopası sırtına inip duruyormuş. Kürt ve Türk, tepki vermeden bu dayağı seyretmiş. Papaz yere yıkılınca, bağcı bu defa Kürt adama dönmüş: “Sen benim din kardeşimsin ama gene de kuyumuzu kazarsın. Arkadaşınla aynı ırktanız. Benim kanımdandır. Yesin malımı, helâli hoş olsun.” Bu defa Kürt'ü dövmeye başlamış, Türk'ün sesi çıkmamış…
Onu da hakladıktan sonra, bağcı, Türk'e yönelmiş: “Tamam anladık, Türk’sün, aynı kandanız, aynı dindeniz fakat sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi?” diye sormuş. Bu defa ona vurmaya başlamış. Türk, bir yumrukla yere yuvarlanınca Kürt'e dönmüş ve “Biz” demiş, “İlk başta papazı dövdürmeyecektik…”
Dünyada evrildiğimiz yer çok iyi bir yer değil, bunu hepimiz kabul ediyoruz. Çatışmalar, adaletsizlikler, kaos, açlık, sefalet ve her türlü imkansızlıkla boğuşan bir insanlık var. Halbuki dünyanın kaynakları herkese yetecek şekilde fazlasıyla var. Ama nefsine, iradesine ve ahlakına sahip çıkamayan insan, daha çok kazanmak uğruna hatır gönül dinlemediği gibi, temel insan haklarını da ayaklar altına alarak yeryüzünü yaşanmaz hale getiriyor.
Asr Suresi’ndeki büyüleyici rahmani söz, buz satıcısının feryadı, Türk, Kürt ve Ermeni hikayesindeki ana fikir, hepsi ortak bir zeminde buluşuyor aslında: İnsanın çaresi, yine insanda.
“İyi olmak” dışında sığınacak kalemiz yok. Nefsi, kibri, ukalalığı, büyüklenmeyi, çok kazanmak uğruna insanlıktan uzaklaşmayı, adaletsizliği, merhametsizliği; kısaca, insanlık değerlerini yerle yeksan eden her türlü ahlaksızlığı terk etmek zorundayız.
Kıldığınız namaz, tuttuğunuz oruç, kendinizi avuttuğunuz 40’ta bir zekat kurtaramayacak belki hiçbirinizi. Ama aldığınız bir gönül, tuttuğunuz bir el, kaldırdığınız bir omuz hayalini kurduğunuz cennete götürecek hepinizi, kim bilir.
Hem ne diyor Alemlerin Rabbi:
“Gördün mü o, dini yalan sayanı? İşte odur yetimi itip kakan; Yoksulu doyurmayı özendirmez o. Vay haline o namaz kılanların ki, Namazlarından gaflet içindedir onlar! Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar. Ve onlar, kamu hakkına/yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar…” (Ma'un Suresi)
(Gazeteci yazar Hüseyin Alpay’ın bu köşe yazısı ilk olarak 10 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.)