Hazreti Ali’nin ağabeyi Abdullah sıcak bir günde bir kabilenin hurmalığına inmişti. Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye yemek vakti 3 parça ekmek geldiğini gördü. Adam ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki birden önünde açlığı her halinden belli bir köpek belirdi.

Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı…

Köpek ekmeği hemen yedi. Köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede sildi süpürdü. Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verdi. Kalkıp yeniden işine dönmek üzereydi ki olup biteni uzaktan seyreden Abdullah, yaklaşıp sordu:

“Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı?”  Köle, sıkılarak cevap verdi:

_ İşte bu 3 parça ekmek...

“O halde neden kendine hiç ayırmadın?”

– Baktım ki hayvan çok aç. O halde bırakmak istemedim.

“Peki, sen ne yiyeceksin şimdi?”

_ Oruç tutacağım.

Bunun üzerine Abdullah köleden sahibinin evinin nerede olduğunu sordu. Sonra da gidip adamdan bu hurmalığı içindeki köleyle birlikte satın aldı. Sonra döndü, köleye bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyledi ve ekledi:

“Seni azat ediyorum. Bu hurmalığı da sana hediye ediyorum…”

Cömertliğiyle meşhur Abdullah, kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, bu olayı anlatır. Onu dinleyenler, “Ama o köpeğe hepi-topu 3 parça ekmek vermiş, sen ise ona koskoca bir hurmalığı ve hürriyetini vermişsin” dediklerinde, “Ama o elindeki her şeyi verdi, ben ise elimdekinin bir kısmını.” cevabını verirdi.

Elbette bugün Abdullah’ın cömertliğinde bir insanlık anlayışını beklemek saflık olur. Ancak İslam’ın “infak” (paylaşım) şartını “40’ta1” olarak algılanıp, onun bile gerçek anlamda verilmediği zamanlardan geçiyoruz. Bugün hala sokaklarda yaşayan insanlar varken, huzurevleri bakıma muhtaç yaşlı insanlardan geçilmiyorken, damı akan, bacası tütmeyen binlerce ev sokakları dolduruyorken, oturup düşünmek gerekiyor.

Ali Şeriati, “Sizin orucunuz yemek vakitlerini değiştirmekten mi ibaret?” diye sorar. Açlar, susuzlar, yoksullar aklımıza gelmeden tuttuğumuz oruçlar için söyler bu sözü Şeriati; “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen Hazreti Peygamber’i anlamadan tuttuğumuz nice oruçları anımsatmak istercesine… Yeryüzünde başta çocuklar olmak üzere milyarlarca insanın açlık ve sefalet içerisinde yaşadığını unutarak, daha fazla mal biriktirmeye devam etmek akıl işi değil. Ağlayan dünyaya sağır kalmak, yoksulları ve çaresizleri görmezden gelmek, yetimleri yok saymak ne dindarlığa ne de insanlığa sığar.  

“Sana neyi infak edeceklerini sorarlar, ihtiyaçtan fazlasını ver.” (Bakara 219) ayetini görmezden gelircesine mal biriktirip duranlara baktığımızda, bugün yaşanılan sıkıntıların temelini görebiliriz. Sürekli “biriktirmek” anlayışı üzerine şekillendirilen bir dünya görüşü, bir süre sonra temel değerlerini, ahlak anlayışını ve din esaslarını tersine çeviriyor. Yok olup giden değerler silsilesinin bizler için önemini kavramakta zorluk çekiyoruz.

Sonrasında da ana-babayı tanımayan evlatlar, birbirine güven vermeyen eşler, çıkara dayalı arkadaşlıklar ve yitirilip giden dostluklar çıkıyor ortaya. Bugün birçok “hoca” sık sık ve haklı olarak “namazı terk etmeyin” derken, “Altını, gümüşü, parayı biriktirenler alınlarından, sırtlarından göğüslerinden dağlanacaktır. Hadi biriktirdiklerinizi tadın bakayım denilecektir.” (Tevbe Suresi 34-35.) ayetini, biriktirip zenginliğine zenginlik katanların azapla müjdeleneceğini ifade eden Hümeze Suresi ile zenginlik ve çokluğuyla övünenlerin ateşe atılacağını vurgulayan Tekasur Suresi’ni çoğu kez ağızlarına bile almıyorlar. Oysa, yaşadığımız dünya karmaşasında en çok duymamız gereken ayetler bunlar.

Belki de en çok şu ayeti unutmamak gerekiyor: “Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!” (Hümeze - 2)

Müslümanlar olarak dünyanın esenliğe ulaşması, insanoğlunun barış içerisinde yaşaması için Kur’an-ı Kerim’i şöyle baştan sona sindirerek okumamız gerekiyor. Elbette namazı, orucu ve haccı terk etmeyeceğiz. Ama İslam’ın özünün sosyal adaletten, paylaşımcılıktan ve yoksulluğu ortadan kaldırmaktan geçtiğini de unutmayacağız. Yaşadığımız bu kaotik ortamın daha fazla dehlizlerinde kaybolmamak ve bir süre sonra iş işten geçtikten sonra da “Ah İslam, vah İslam!” dememek için özümüze dönmeliyiz.

Öze, yani gerçek İslam’a.

Şekle değil, içeriğe bakan din anlayışına.

Hoşgörü, barış, adalet ve paylaşımcı gerçek İslam medeniyetini tesis ederek, yarınlarımızı kurtarmak zorundayız. Ya da bize dayatılan şekilciliğe biat ederek, birbirimizi ezerek, daha fazla mal ve para biriktirerek güçlünün egemen olduğu, zayıfın ve güçsüzün ezildiği faizci modern kölelik sistemine entegre olup yok olacağız.

Tercih bizden, takdir Allah’tan…