Kendim de dahil olmak üzere çevremdeki insanların hayatın içerisindeki tutunma gayretlerine, beklentilerine, hayallerine ve ideallerine bakarak kimi zaman karamsarlığa düşüyorum. Yine bu karamsarlık anlarımdan birinde şunları yazdım sosyal medya hesabımdan:

 

Nezaket yok.

Saygı yok.

Okumak yok.

Dinlemek yok.

Herkes sesini yükseltince haklı olduğunu düşünüyor.

Mutfakla tuvalet arasında ömür geçiriyor çoğunluk.

‘Nerde neyi yesem’ ‘hangi araba modelini alsam’ ‘neredeki akıllı eve taşınsam’ döngüsü içinde herkes.

Başkasının acısını çay içerek izliyoruz.

Müslümanlık bu değil.

Milliyetçilik bu değil.

Solculuk bu değil.

İnsanlık bu değil.

Biz kaybettik iyiliği, adaleti ve merhameti.

Bize de bizden sonrakilere de Allah acısın.

 

Kendini neyle tanımlarsa tanımla, hangi siyaseti güdersen güt, hangi inancı taşırsan taşı, çevrende olan bitenden habersiz davranıyorsan samimi değilsin. Çaresizi, yetimi, ihtiyacı olanı görmezden gelerek, ‘Allah yardımcıları olsun’ deyip köşeye çekilerek olmaz ki… Herkes imkânları ölçüsünde bir şeyler yapmanın telaşına düşmedikçe ‘iyi insan’ olamayız.

Cuma mesajları yayımlayarak, camiye koşar adım giderek, samimiyetsiz dostluk gösterilerinde bulunarak olmaz bu işler. Komşularımıza kulak kabartacağız; aç-açıkta, işinde zorlanan, kirasını geciktiren, evine ekmek götürmekte zorlanan kimler varsa mahalleyi harekete geçirecek, el birliğiyle o sorunları çözeceğiz.

‘Allah yardımcıları olsun’ demekle acıların ve ihtiyaçların giderilmeyeceğini bilmemiz gerekir. Allah zenginlik ya da yeteri kadar gelirle ödüllendirdiği kullarına ‘yoksula-yetime yardım edin’ diye buyuruyor. Kendi kazandıklarından yoksula vermeyip işi Allah’a havale etmek vicdan işi değil.

Şair Şükrü Erbaş “Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz/ Unuttunuz başkalarının acısını duymayı” der bir şiirinde. İnsanın gelip dayandığı yer tam da burası. Felaketler, acılar, açlıklar ve bilcümle kötülükler sadece muhatabını ilgilendiriyor artık. Başkalarının acısı bir başkası için ‘ah canım benim, Allah yardımcın olsun’ iğrençliğine bürünüyor.

O zaman sözü Şükrü Erbaş’a bırakarak gideyim buralardan:

“Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim

Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak

Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak

Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;

Toprağı rüzgârı denizi göğü

O her zaman bir insanla anlamlı

Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı

Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların

Ve ucuz korkuların kör kuyularına

Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.

 

Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı

Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşar adım

Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek

Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst

Dışa vurmayı duygularınızı

Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış…”