Adam köyde doğup büyümesine rağmen Üniversite sonrasında il merkezinde memur olunca il merkezine yerleşmiş, ama cenaze, düğün, bayram gibi günlerde il merkezine 1 saat mesafede olan köyüne gelir gider olmuştu. Ama her gelişte okumayı seven akraba çocuklarına mutlaka kalemler, boyama kitapları, hikaye kitapları, hatta kendi yazdığı kitapları hediye getirir olmuştu. Gazete okumayı bir yaşam biçimi yaptığı gibi çocuk gönüllerini kazanma ve onlara kitap hediye etmeyi de yaşama amacı haline getirmişti. Bunda çocukluğunda kendisine kitaplar armağan eden eniştesi ve ilkokul öğretmeninin büyük payı vardı.

Adamın evi, arabası yoktu ama bu faaliyeti O'na , "Oku" emrini yerine getirdiği için bitmeyen, tükenmeyen bir hazine gibi zenginlik duygusu veriyordu. Ama oku emri yerine materyalist dünyaya çocuklarının evi arabası ile övünen, bağı bahçesini satarak torunlarına çocuklarına ev aldığını övünerek anlatan hacı hoca amcalardan kim anlayabilirdi adamı?

Ama ailesi "herkesin evi arabası var bizim yok" diye sitem ediyordu. "Herkesin de böyle "oku" emrine sıkı sıkıya bağlı bir yüreği, beyni yok" diyerek kendini savunuyordu adam. Bu savunma toplumun çoğuna göre " boş bir savunmaydı"

Köye düşün ve cenaze, bayram ve kış hazırlıkları için geldiğinde, köyde yakın akrabaları ve birkaç kişi dışında, birde kendini seven büyükler dışında kimse ile muhabbet etmezdi. Kalabalıkların yanına oturmazdı. Kimseyi ayıplamak küçümsemek için değil ama faydasız konuşmalardan ve tavırlardan uzak kalmayı seviyordu ama gene de kendini faydasız sohbetler ve tavırlar içinde buluyordu çok zaman. "Körle yatan şaşı kalkar" misali.

Gene bir düğün vesilesi ile köyüne gittiği gün, düğünün kalabalıktamından sıyrılarak köyün küçük ama araba kalabalığı ile zenginleşen meydanına indi. Küçük bir köyde arabalar yan yana arka arkaya gelişigüzel sıralanmış ne kaldırımlarda ne caddede araba geçecek yer bırakmıştı. Saçı sakalı birbirine karışmış bakımsız ve asık suratlı insanlar tanıdıkları halde selam vermeden geçip gidiyorlardı yanından. Koca çınar ağacının dininde kurulan köy kahvesinde yeğeninin büsküvit ve çay ile tek başına kahvaltı ettiğini görünce hemen yanına çöktü. Beraber sulama sorunlarından sohbete daldılar. Dayı yeğen sohbeti koyulaştırmışlardı ki masaya aniden köy eşrafından Mahmut bey çöreklendi. Emekli Mahmut beyi köyde herkes tanırdı.

Mahmut gülmeye başladı. Adam sustu. Ahmet adama bakarak güldü. Kahkaha attı. Bir kahkaha daha attı. Bu kahkahalar hemen çevreden duyuldu. Kahkahaya çevreden insanlarda yetişti. Masaya teklifsizce çöreklendiler.

Mahmut güldü, bir kahkaha daha attı. Adam dayanamadı " Ne var ki neye gülüyorsun" demek zorunda kaldı. Adamın yeğeni baktı ki, masa şenlenecek bir mazeret uydurarak kalktı. Adam şaşırdı ama ses etmedi. Mahmut güldükten sonra bir kahkaha daha attı ağzından tükürükler çıkaran "Ha ha ha sen de boş adamsın bende boş adamım" deyiverdi. Sonra kahkahalarına devam etti. Yani ne demek istemişti şimdi Mahmut Efendi? Ada anlamaya çalıştı. İltifat mı etmişti? Alay mı etmişti? Mahmutu tanıyordu cıvık adamdı ama cıvatalarının bu kadar gevşediğini bilmiyordu. Bir süre O'nun gülmelerini seyretti adam. Anlamaya çalıştı.

Masa kalabalıklaşmaya başlayınca adam sessizce masadan kalkarak uzaklaştı. Arkasından kahkaha sesleri gelmeye devam ediyordu. Adam neye güldüklerini bile anlayamadı. Geri dönerek bir hikaye anlatmak istedi ama o hikayeyi de anlamayacaklardı. O yüzden anlatmadı tabii.

O hikaye şöyleydi:

Bir gün Peygamber Efendimiz (Sav) arkadaşlarıyla otururken Ebu Leheb meclise girer ve Efendimiz`e ``Ya Muhammed (S.A.V), birçok yerleri gezdim, senden daha çirkinine rastlamadım" der. ``Doğru söylüyorsun ya Ebu Leheb`` der Peygamber Efendimiz. Biraz sonra Hz. Ali içeri girer ve tevafuk bu ya, o da: ``Ya Muhammed (Sav), Dünyada senden güzelini göremedim`` der. ``Doğrusun ya Ali`` der Resulullah. Bunun üzerine söz alan meclisteki bir sahabe: ``Ya Resulullah, biraz önce Ebu Leheb geldi `Ne kadar çirkinsin` dedi, ona da `Doğrusun` dediniz. ``Hikmeti nedir`` diye sorunca, Efendimiz şöyle cevap verir: ``İnsan insanın aynasıdır. Kişi kendisi nasılsa, karşısında ki insanı da öyle görür.``

Bu hikayeyi anlatsa durmadan gülen ve neye güldüğünü bile anlatamayan adam ne kadar anladır O'nu.

Adam, yaşadığı, muhatabının durmadan güldüğü kendisinin ise hayret ve üzüntü ile izlediği bu duruma üzülmüş "Ağlanacak halimize gülüyoruz" misali masadan üzüntü ile kalkmıştı.

Çarşıyı boydan boya geçerek sel kanalı yanındaki çay bahçesinin kuytu bir köşesinde kendisini kimsenin göremeyeceği serin bir masaya bıraktı. Düşünmeye başladı. Kendine kallavi bir Türk Kahvesi söyledi. Kendine sormaya başladı "Dolu adam kimdir, boş adam kimdir?"

Okudukları, yaşadıkları ve 55 yaşın tecrübesi ile bu sorunun tam da doğru cevabını bulamadı. Herkes dolu ve boş insanı başka tarif ederdi herhalde. Ama insanımız, genelde sevmediği ya da taleplerine olumlu karşılık alamadığı insanları boş olarak görüyorlardı. Genelde eğitim seviyesi düşük, dedikodu etmeyi marifet zanneden insanların başkalarını "boş adam" olmakla suçladığını fark etti. Kallavi kahvesinden son yudumu içerken yaşadığı komik olaya güldü. Ama bu gülme öyle aşağılayan rahatsız eden gülme değildi. Çünkü masada kendisinden başka kimse yoktu.

Kahvesini bitirince kalktı. Yakınlardaki marketten birkaç hikaye kitabı aldı. Düşün evine yollandı. Düğün evinde kapıda Damadın ağabeyi, yeğeni Osman karşıladı" Amca acıkmışsındır" diyerek hemen bir düğün yemeği getirdi. Osman'ın kızı Rana gelerek adamı kucakladı "Amca bana hikaye kitabı getirdin değil mi?" dedi. Hikaye kitabını çıkararak Rana'ya uzattı. Rana sevinçten havalara uçtu. Evin penceresinden el sallayan Rana'nın annesi Seher hanım gülerek teşekkür etti. Kitabı alıp giden Rana biraz sonra Kardeşi emirle geldi Emir Ahmet te küçük kahverengi gözlerinin içi gülerek " Amca bana da boyama kitabı getirdin mi?" dedi. O'nu da unutmamıştı adam. Emir'e de boyama kitabını verdi.

Birden kahkaha sesleri duydu. Çevresine baktığı zaman insanların mel mel kendine baktıklarını ve çoğunun küçümseyen, komik bulduğu davranışına gülen yüzleri ile karşılaştı. "Ağlanacak halimize güleriz" misali kitap hediye eden adama gülüyorlardı. O "küçümseyici gülen" insanlara değil de " sevinerek hediye kitaba gülen " çocuklara baktı. "Bunlar ilerde hayata atılınca beni sevgiyle hatırlayacaklar" diye düşündü.

Birden davul zurna çalmaya başlayınca küçümseyen bakışlar oyun oynayan ve göbek atan insanlara çevrildi. "Yaşasın eğlence" dercesine eğlenmeye odaklanmıştı insanlar. Adam hoşgörü ile gülümsedi. Hayat akıp gidiyordu eğitimi ile de eğlenmesi ile de.... Gülümserken şükretti. " Boş adamım elhamdülillah "dedi kısık sesle kendine.