Arada-sırada eski yayımlanmış köşe yazılarımı yeniden yayımlama ihtiyacı hissederim. Aşağıdaki köşe yazısını da yazalı en az 2 yıl olmuştur. Yayımlandığı vakitlerde ve şimdi de güncelliğini koruyan bir yazı. Asrın felaketini yaşayan ülkemiz yaralarını sarmaya çalışırken, dedikodu ve fitneyle insanları galeyana getirerek kaos ortamı oluşturmaya çalışanları gördükçe, bu yazıyı yeniden yayımlamak ihtiyacı hissettim.

13,5 milyon insanımızın doğrudan etkilendiği büyük deprem felaketi üzerinden özellikle sosyal medyadan yapılan dedikodu ve fitneler karşısında uyanık olmalı, devletin kurumlarına itibar etmeliyiz. Acımızı biraz olsun giderecek olan dayanışma ruhumuz ve birliğimizdir. Devletin bütün gücüyle sahada olduğu şu günlerde fitnecilere prim vermeden sadece kurumlarımıza güvenmek zorundayız. Dolayısıyla dedikodu ve fitne nereden gelirse gelsin, kulaklarımızı tıkayacak, yönümüzü kadim Türk devletine çevireceğiz.

Sizlerle paylaşmak istediğim o eski köşe yazısı şu şekilde:

***

İtalyan yazar Umberto Eco, 1986'da yayımladığı "Gülün Adı" adlı romanında, "İnsan gereğinden çok konuşarak da gereğinden çok susarak da günah işleyebilir." sözünü kitaptaki kahramanlarından birine söyletirken, hazin bir gerçeğimizi vurgulamak istiyordu belki de:

Gereksiz olan her şey; ister suskunluk, isterse de konuşmak, yerini ve zamanını şaşırdı mı istenmeyen sonuçlarla karşılamamıza neden olur.

Çok konuşarak çok şeyi hallettiğini sananlar, çok yazarak çok şeyi paylaştığını düşünenler, çokça konuşup çok az susanlar, bazen bir büyük günahın da sahibi olabilirler. Bazen de o günahların sahipleri olarak daha büyük suçlara ortak olurlar. Kimi, dedikodu mekanizmasını iyi kullanıp iftira ve dayanıksız suçlamalarla kul hakkına girmenin dayanılmaz cazibesine kapılır, kimi de hak ve hakkaniyet bilmeden kalp kırar, menzil şaşırır.

Tüm bunların hepsi, gereğinden fazla konuşmanın ya da gereğinden çok susmanın olası sonuçlarıdır. Oysa "Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir." (*1) ayetini hiç akıllardan çıkarmasalar, gereğinden fazla konuşup dedikodu yaparlar mıydı?

Dedikodu yapmayı "ölmüş kardeşin etini yemiş gibi olmakla" eşdeğer tutan bir dine inanıp, bunu sürdürmek akıl işi değil elbette. "Birbirinizin kusurunu araştırmayın" diyen Allah'a şirk koşarcasına, her gün kin ve intikam duygusuyla, nefretle ve öfkeyle kendinden geçen kimi insanların kusur aramaktaki maharetlerine ne demeli peki? Bu ilahi emre rağmen hâlâ kapı kapı dolaşıp dedikodu üreten, ötekini berikine takmaya çalışan, kalemlerinden kötülük akan, bozgunculuk yapan ve hemen herkesle kavgalı olanlara sadece acımak gerekir... Acımaktan da öte üzülmek gerekir. Kısacık bir ömrün, ebedi alemdeki karşılığını düşünerek acımaktır bunun adı.

Öte yandan, "Fitne, katillikten daha kötüdür."(*2) diyen Allah'a adeta şirk koşarcasına, hemen her gün yeni bir fitne ortaya atmak hangi aklın kârıdır? Dedikodu, insanları çekiştirmek ve fitne üçlüsünü tek bir bünyede taşıyan insanlara Allah acısın, yalnız bizim acımamız da yetmez. İftira ve zan ile kuytu köşelerden atılan her çamurun bu dünyadaki karşılığı, ebedi alemdeki karşılığının yanında nedir ki… Bundandır acımamız, bundandır Allah'tan onlara acıması için duacı olmamız.

"İnsan gereğinden çok konuşarak da, gereğinden çok susarak da günah işleyebilir." sözünün özellikle ikinci kısmına iştirak etmemek için yazıldı bu yazı. Gereğinden çok konuşan kadar; görmezden, duymazdan gelip susarak suça ortak olanlardan olmamak için de kaleme alındı. Dolayısıyla; kötülük ve şerde değil, iyilik, adalet ve esenlikte buluşmayı kendine ilke edinenlere; fitne, fesat ve dedikodudan itina ile uzak duranlara ve bozgunculuğa prim vermeyenlere, bin selam olsun...

(*1) Hucurat 12 - (*2) Bakara 191