Telefon çaldı. Arkadaşım, Ruhi Çapanoğlu arıyor ve “Mehmet Tapar hakkın rahmetine kavuştu diyorlar, doğru mu?” Diye soruyordu.

Kapımın önünden geçerken selam verdi. Tanıştık. Kanal boyu yürüyüşünden dönüyormuş. Vali Bey dâhil kentin ileri gelenlerinin statta yürüdüklerini, hatta bir beden eğitimi öğretmeninin nezaretinde kültürfizik de çalıştıklarını söyledim.

Stadı çok sevdi. Yaşamının sonu da statta olacakmış meğerse. Tokat’ta yaşadığı sürece günlük sporunu hiç aksatmadı.

Yaz- kış eksi on derecelerde bile sabah namazından sonra stada gider, oradaki jimnastik aletlerinin hepsinin gönlünü alır, sonra da beden eğitimi öğretmenlerinden öğrendiği kültürfizik hareketlerini aksatmadan yapardı.

Önceleri yürüyüş kulvarında bir süre yürümeden aletlere geçmezdi. Son zamanlarda yaşlandığını ileri sürerek gidiş gelişlerinin yettiğini ama aletli ya da aletsiz hareketlerde indirim yapmadığını özellikle belirtirdi.

Sporun dışında en sevdiği şey, okumaktı. Öğretmen evindeki gazete köşesine uğramadan edemezdi. “Bu kadar düşkünsün okumaya, sen de yazsan" önerime uzan zaman direndi. Ben Cumhuriyet Gazetesi’nin yazarları gibi yazamam ki” diyerek. Uzun ısrarlarım üzerine yerel gazetede ara sıra köşe yazmaya başladı. Bir baktık ki “İÇİMDEKİ UKTELER” adlı hacimli bir kitap olmuş köşe yazıları. Tabii hakkında bu kadar bilgi sahibi olmamı samimi arkadaş olduğumuzla açıklayabilirim. Bir gün, birimiz, diğerimizi görmesek öğretmen evinde, akşam mutlaka arardık telefonla.

**

Birkaç günlüğüne köyüme, Alaca’nın Küre Köyü’ne gitmiştim. Telefon çaldı. Arkadaşım, Ruhi Çapanoğlu arıyor ve “Mehmet Tapar hakkın rahmetine kavuştu diyorlar, doğru mu?” Diye soruyordu. başımdan kaynar sular döküldü. “Nasıl olur Ruhiciğim, akşam telefonla konuştuk. Sesi de çok sağlıklıydı. Ben şimdi oğlu Dr. Fatih Şua Tapar’ı arar, sana dönerim” dedim ama neye uğradığımı bilemedim.

Hayır öğütlüydü. Atatürkçüydü. Yardım severdi. Saygılıydı. Aynı yaşlarda olmamıza rağmen kapılardan benden önce geçmezdi. “Senin ilmin ileri!” derdi. İleri dediği ben branş, o, sınıf öğretmeniydi ama nice branş öğretmenlerini cebinden çıkarırdı, bilgi ve sağ duyusuyla. O derece yani.

Kendisine gani gani rahmetler dilediğim sevgili arkadaşım Mehmet Tapar’ın gitmesiyle kendimi yalnız hissedeceğim. Öğretmen evinde gazete köşesinde gözlerim hep onu arayacak, ama yine de akşam telefonla aramayacağım, çünkü bulamayacağımı biliyorum. Keşke gitmeseydi de bende bulamayacağımı bilmez olsaydım.

Ailesinin, Reşadiyelilerin, eğitim camiasının başı sağ, sevgili arkadaşım Mehmet Tapar’ın da ruhu şad mekânı cennet olsun demekten başka elimizden ne gelir ki...