Siyasetin gölgesi sivil toplum kuruluşlarına yansıdığında ortaya güzel şeyler çıkmaz. Bunun böyle olduğunu geçmişte ve bugün hep gördük. Eğer siyasetin STK’lara girmesine izin verirseniz, doğacak sonuçlar bütün toplumu etkiler. Elbette her STK yöneticisinin bir siyasi görüşü olacak; ancak STK yöneticileri o siyasi görüşlerini yönetime geldiklerinde empoze ederse, ya da herhangi bir siyasi partinin güdümüne girecek pozisyon alırsa, esas sıkıntı orada başlar işte.

            Tokat’ta geçtiğimiz yılın Haziran ayında gerçekleşen Gazeteciler Cemiyeti Kongresi buna son örnektir. O kongreye bir siyasi partinin milletvekili önderliğindeki fiili müdahalesi ve ortaya çıkan sonuç bugün herkesin malumudur. Mevcut milletvekillerinden birinin hararetli bir şekilde her cemiyet üyesi ile irtibat kurması ve kurdurması 3 oy farkla seçimi almalarına yetmişti. Sonuçta siyasallaşan cemiyet, gazeteciliğe asla yakışmayacak bir seçim sürecini de yaşamış oldu böylelikle.

            O sürecin mimarlarının yerel seçim sürecine girdiğimiz süreçte, bugün başka yöntemlerle “kendileri gibi düşünmeyen” gazetecileri hedef almaları da şaşırtıcı değil. Gazetecinin eleştiri hakkının elinden alınmak istendiği, zorbalık, tehdit ve hakaretlerle susturulmaya çalışıldığı bir zaman diliminden geçiyoruz ne yazık ki. Can güvenliğimizin olmadığı, kalemimizden başka sığınacak bir limanımızın kalmadığı zamanlardan bahsediyorum.

            Bu şehre düşünsel anlamda katkı sunan gazetecilere reva görülen bu muameleleri şimdilik (ve üzülerek) bir tarafa bırakırsak, yaşanan yerel seçim sürecinde de dikkat edilmesi gereken şeylerin olduğunu söylememiz gerekir. Bunlardan ilki belediye başkan adaylarının gittikleri ev ziyaretlerinde kullandıkları dile dikkat etmeleri gerektiğidir. Kameralara başka, kameralar kapalıyken başka şeyler konuşmak dürüst siyasetçilere yakışmaz.

            Elbette eleştiri hakkı bakidir ve çok özel bir haktır. Bu hakkı kullanırken iki yüzlü bir siyaset örneği sergilemek yerine dürüstçe her yerde aynı cümlelerle konuşmak gerekir. Belden aşağı vurmadan, tıpkı kameralar açıkken takındığınız mülayim dili ve hali korumak en makul yöntemdir. La Fontain’den masallar anlatırken rakibinizi eleştirmeye başladığınızda, hemen aklınıza kameraların “açıkmış gibi” olduğunu getirmeniz ve üslubunuzu düzeltmeniz yerinde bir davranış olur.

            Seçim sürecinde dikkat edilmesi gereken bir başka konu da daha önce yine kaleme aldığımız “gerçekçi vaatler” konusudur. Nitekim daha geçen hafta, “Tokat’ı yıkıp yeniden yapmak gibi iddiası olanlar bile var. Ütopya da olsa güzel bir iddia. Lakin bu ve benzeri iddialı vaatlerin halkta karşılığı var mıdır derseniz, üzgünüm hiç yok. Fabrikalar kuracak, uçaklar indirecek, Tokat’ı neredeyse uzaya çıkaracak vaatler dolanıyor ortalıkta” diye yazdık. Kulağımıza gelenlere bakarsak bu tarz vaatler çıtayı yükselterek devam ediyor.

            Siyasetin hayalle gerçeğin sarmalında gitmesi aslında doğaldır. Ama burada da bir sınır olmalı. Çok fazla hayalcilik bir süre sonra ayaklara dolanabilir ve sizi halk nezdinde bambaşka bir yere getirebilir. Dolayısıyla biraz frene basılmalı vaatler konusunda. Ama elbette bunu takdir edecek olanlar da adaylardır. Her evdeki işsizlere iş, kentsel dönüşümde hayallerin bile kaldıramayacağı düşünceler, memlekete devasa fabrikalar ya da belediye işçilerine astronomik maaş vaatleri yapay kalıyor anlayacağınız.

            “Şunu yazamazsın, bunu söyleyemezsin” diyerek sopa gösterenlerin olduğu bir memlekette bunları yazabilmekle yetinelim şimdilik. Kaldı ki kimsenin incinmesini, üzülmesini ya da yanlış anlaşılmalarla kırılmasını istemeyiz. İncinsek de yapmayız bunu. Bildiklerimizi bütün kırılmışlıklarımızla yazmayı ödev biliriz, hepsi bu kadar.

            Ne diyordu Hafız: “Kabağın da bir sahibi var.”

            O zaman çok fazla üzülmeye gerek de yok. Bütün kırılmışlıklarımızı “kabağın sahibine” bırakalım.

+++++