Geçtiğimiz günlerde bu köşede Tokat’taki hastanelerin durumunu ele almaya çalışmıştık. Köşemiz el verdiğince kısa bir özet geçerek bir iki hastanenin yurttaşlardaki karşılıklarını anlatmak istemiştik. Anlayacağınız, her zamanki gibi kırıcı olmayan bir dille, yapıcı ve gerçekçi bir bakış açısıyla Tokat İl Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı bir iki hastane hakkında gözlemlerimizi ifade ettik.

Yazının yayımlanmasından sonra birebir ziyaretime gelen okurlarımız (ki bunların içinde ilk kez tanıştıklarımız oldu) teşekkürlerini ifade ettiler. Başka başka olayları da kendi deneyimleriyle aktardılar. Anladık ki hastanelerdeki aksaklıkların boyutu sandığımızdan daha fazla. Bu yazıda bunlara değinmeyeceğim. Başka bir yazı konusu bunlar, ama belki daha sonra yazarız.

“Biraz da Tokat’taki hastaneleri konuşalım mı?” başlığıyla 23 Temmuz’da yayımladığım yazının altına çokça da yorum geldi. Sağlıkçılarımız kendi düşünceleriyle yazımızı eleştirerek haksız olduğumu yazdılar. Hatta içlerinden bir tanesi “sen de gazeteci misin ki!” diye yazmıştı. Tabi bu toplumda meselelerini konuşarak çözemeyenler  “sen kimsin?” ya da “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” gibi üstenci ve kibir dolu cümlelerle üste çıkmayı çokça denerler.

Önemli de değil elbette. Medeni bir üslupla köşe yazıma yorum yapan herkese teşekkür ederim. Benim o yazıda da bugünkü yazımda da tek maksadım var o da herkes gibi yaşadığım şehirde kaliteli ve insana yakışır bir sağlık hizmeti almak. Sağlıkçılarımızın emeklerinin, dirençlerinin ve ortaya koydukları her çabanın insanüstü bir donanımla gerçekleştiğini biliyorum. Bu şehirde yaşayan bir yurttaş olarak eksik gördüğümüz şeyleri yazmak da bizim görevimiz.

İşini iyi yapmayan bir sağlıkçıyı, eğitimciyi, memuru, ya da gazeteciyi, kim olursa olsun ‘dostane’ bir tavırla uyarmak görevimiz olmalı. ‘Dünyayı güzellik kurtaracak’ diyen bir dünya görüşüne sahibiz; ‘incinsen de incitme’ diyen bir kültüre sahip olduğumuz gibi. Maksat, insanlara ve topluma faydalı olmak; düşeni kaldırmak, ağlayanı güldürmek, akan damı, yanmayan sobayı, tütmeyen bacayı dert edinmek. Bütün gayretimiz bu.

Gelgelelim ki sağlık sistemindeki aksayan bazı tarafların sağlıkçılar dışında sağlık hizmeti alanlardan da kaynaklandığını biliyorum. Bunu da çözmek ve vatandaşlarımızı bu konularda uyaracak çalışmaların yapılması gerekiyor. Tatlı dil ve güler yüzle aşılmayacak hiçbir sorunumuz yok; toplumda artan şiddet olaylarının da bu perspektifle ele alınması gerekiyor. Ama elbette bu da ayrı bir yazı konusu ve esas meselemiz için neredeyse köşemizde yer kalmadı.

Evet, bugün 112 Acil Sağlık Hizmetleri’nde bize yansıyan “ortak ve çokça bir yakınma konusunu” ilgililerimizin dikkatine sunmak istiyorum. Anlatılanlara göre 112 Acil Sağlık Hizmeti için eve gelen görevliler hastanın hastanelere sevki için “apartmandan birilerini çağırın aşağıya indirelim” gibi ve benzeri sözler söylüyorlarmış. Yürüyemeyecek durumdaki hastalar “komşulardan” destek gelirse asansörlerde karga-tulumba taşınıyorlarmış. Bir kadın okurumuz, “Zaten evde tek başımayım ve kendinde olmayan annem için eve gelen 112 Acil ekibi ‘gidin birilerini çağırın’ dedi. Apartmanda gecenin bir vakti kimin kapısına gidebilirdim? Zaten kimseyi de tanımıyordum. Söylenerek ve karga tulumba götürdüler annemi…” diyor.

Bir kez daha yazıyorum: Bu köşe yazıları kimseyi incitmek için yazılmıyor. Sistemin aksayan taraflarını ilgili ve yetkililer belki göremezler/duyamazlar diye kaleme alınıyor. 112 Acil’deki sağlık emekçilerimizin da zor koşullarda hizmet verdiklerini biliyoruz. Belki personel eksikliği vardır ve bu sorunlar bundan dolayı ortaya çıkıyordur. Personel, alet ve edevat eksikliklerinin giderilmesiyle, hasta taşımak için “komşudan yardım istemek” ve hastayı asansörde zor koşullarda nakletmek sona erebilir.

Bizden yazması, ilgili ve yetkililerden çareler bulması beklenir. Biz yazdık, çaresini bulma sırası sizde…