Türklüğü, Cumhuriyeti ve Atatürk'ü birileri bir türlü içlerine sığdıramadılar.

Aleni yapabildikleri bir şey olmasa bile, perde arkalarında yemedikleri herze bırakmadılar. Atmadıkları iftira, sürmedikleri çamur, söylemedikleri yalan kalmadı.

Fesli Kadir bunu açık oynayanlardı. O, Kurtluluş Savaşını Yunanların kazanması isteğini açıkçataya koyanlardandı.

10 Kasım saat 9'u 5 geçe yurttaşları kendi ağzına davet edenlerdendi.

Ve sen, Diyanet İşleri Başkanı, Atatürk'ü hutbelerinize koymazken, böylesine iğrençliklere bezenmiş bir adamı resmi arabanla, resmi kıyafetinle ve hediyelerle Türk Milleti'ni temsilen ödüllendirmeye gidiyorsun. Hem de 9 Kasım günü.

Yapamazsın beyefendi yapamazsın... Altındaki arabanın, başındaki kavuğun, sırtındaki cübbenin, götürdüğün hediyelerin parasını ben veriyorum. Yunan yandaşını ağırla diye değil.

Sen o kıyafetle beni temsil ediyorsun.

Resmi kisvenden sıyrıl, kola kravat giyin git sarıl, kucakla, sarmaş dolmaş ol, elini öp, sakalından kıl al sakla. Hatta bir ara Venizelos'un mezarını ziyarete bile git. Bizi hiç bağlamaz.

Bu adam senin için ne kadar değerli ise, benim dinim benim için ondan çok çok değerli ve daha kutsal.

Senin gibi, benim dinimin değerini ve kimi temsil ettiğini bilmeyenlerin o kutsal görevde kalmaları Rıfat Börekçi'lerin, Lütfi Doğan'ların ve buna benzer birçok eski diyanet işleri başkanlarının kemiklerini sızlatır. Bana da utanç verir.

Seni almalarını bekleme. Ama sen git. Azıcık haysiyetin varsa saniye bile kalmadan git.

Belli ki senin yerin milli mücadeleyi kazananların yanı değil.