Ders gergin geçmişti. Öğrenciler dersin uzadığını görünce işi alaya dökmüşlerdi. Bir öğretmen olarak, bu da gerginleşmeme ve sinirlenmeme sebep olmuştu. Ders zilinin çalması ile rahatlamıştım.

      Bekar bir öğretmen olarak çok zaman yalnızlık çekiyordum. Henüz 22 yaşında genç bir delikanlıydım. O kadar çalışmış ve girdiğim ilk sınav sonucunda iyi puan alarak atanmıştım. Benden sadece 5-6 yaş küçük gençlere öğretmen olmak sanırım beni geriyordu. Halbuki daha bir kaç sene öncesine kadar ben de öğretmenlerim ile alay ederdim. Şimdi anladım ki,  dünya etme bulma dünyasıydı.

      Sınıftan çıkınca öğretmenler odasına geçerek hemen elektrikli semaverden  sıcak su alıp, dolabımdan çıkardığım 3’ü bir arada kahvemi hazırlayıp  boş bir masaya oturmuştum ki, yanıma kıdemli öğretmen Ahmet bey oturdu. Elinde de bir kitap.  Kitabın adını görünce hayretle baktığımı gören Ahmet bey de  “ne oluyor” gibilerden bana baktı.  Ben tüm gerginliği geçmiş insan olarak Ahmet beye bakarak gülümserken, Ahmet bey  “ Hüseyincan, okudun mu bu kitabı*” dedi. Gülümsedim ama sesimi çıkarmadım. Kahvemi yudumlarken  “Aşk anlamaktır”  adlı kitabı göstererek” Adı komiğime gitti” diyerek geçiştirdim.  Halbuki adı komik değildi ve kitabı okumuştum ama Ahmet ağabeye nedense okuduğumu söylemek içimden gelmedi.

         Şimdi neden kitabı görünce  gülümsedin? diye soracaksınız.

          Bunun güzel bir hikayesi var. Sabredin de anlatayım size.

         Bu kitabı Üniversite 1. Sınıfta iken görmüş ve okumak için Üniversite kütüphanesinden almıştım ve kantinde okuyordum ki,  bizden bir üst sınıfta okuyan Esra kitap okuduğumu görerek yanıma gelmiş ve  “ kitabı okudum ve  güzel” diyerek bana  kitaptan sorular sormuştu. “Ukala kız,  sanki beni sınav yapıyor” diye kızmıştım. Sorduğu sorulara tatmin edici cevap alamayan Esra:  “Hüseyincan, sen kitabı hızlı okumuş ve anlamamışsın.” diye alaycı bir şekilde  bana bakınca  “Nasıl yani? “dedim.  Esra bana daha dikkatle bakarak sustu.  Bana uzunca gelen bir süre sustuktan sonra, yavaşça yerinden kalktı.

           Biraz sonra yanıma çayını alıp gelmiş olduğunu gördüm. Kıza çay ısmarlamadığımı fark edince utandım mahcup oldum. Kız benim gözümün içine baktı.  Bakışı adeta beni eritiyordu. O güne kadar hiçbir kız bana dikkatli bakmamıştı. Halbuki sarı saçlı mavi gözlü ve yakışıklı bir gençtim.  Galiba biraz özgüven fakiriydim. Herkes benim yanıma gelsin diye bekliyordum. Belki de insanlarda aynı benim gibi düşündüğünden arkadaşım olmamıştı pek. Yani sevgilim.

             Esra  “ anlamış olsaydın yavaş yavaş sindirerek okurdun ve orada sorulan soruları sanki sana sorulmuş gibi durup cevaplardın.  O zaman aşkı da anlardın meşki de. “bunu söylerken kız bana alıcı gözle, hem öğreten, hem alay eden hem de seven bir gözle baktığında biraz kızgınlık biraz memnuniyet biraz da mahcubiyet ile içimden “bu kız sevgilim olacak kadar güzel ve akıllı “demiştim. Gerçekten de ben galiba beni eğitecek hem şefkatle hem şehvetle seviyle beni sarmalayacak kız arıyordum.  Galiba Esra buydu.  Aradığım kız yani.

                     O gün kantinden çıkınca doğru kütüphaneye gittim. Kitabı yavaş yavaş ve sindirerek okumaya başladım. Kitapta sorulan soruları içimden cevaplarken kah kütüphanenin kantininde çay içtim, kah bahçede banka oturarak uzun uzun soruları cevapladım içimden. O zaman anladım ki, kitapları ve insanları yavaş yavaş okuyarak sorular sorarak ve sorulara doğru cevaplar vererek, okumak  lazım imiş. Uzun vadeli sevgilerin yaşaması ve aşkların ölümsüz olması sadece sevmekten değil daha çok anlamaktan geçermiş. Okuduğumuz kitapları da insanları da anlamıyorsak boşa okuyormuşuz.

                  Esra’yı ertesi gün okul koridorunda görünce kahve içmeye davet ettim kantine. Gülümseyerek bana bakıyordu. “Esra kitabı bu kere anlayarak okudum” dedim. Kitap hakkında bana ne sorarsan sor.

                 Kahvemizi içerken Esra sordukça dersine iyi çalışmış bir öğrenci gibi soruları cevapladım. Biliyordum ki, vereceğim her mantıklı ve doğru cevap bana,  beni hem sevecek hem anne şefkati ile bağrına basacak, hem de şehvetle benim erkek olduğumu hissettirecek çocuklarımın annesi kalbimin sahibi olacaktı. Bu duygu ve düşünceler ile soruları cevapladım.

                 Esra soruları bitince bana daha samimiyetle gülümserken “ Hüseyincan sınavı geçtin. Bundan sonra okuyacağın her bir kitabı böyle aşkla sorular sorarak ve doğru cevapları da vererek okursan anlarsın, kitaba aşık olursun aynı heyecanla tanıştığın insanları da kitap okur gibi okursan anlarsın ve anladıkça senin arkadaşların dostların çoğalır ve belki de hayat arkadaşını seçersin” derken gözlerinin içi gülüyordu.

                 O günden sonra her kitabı aşkla şevkle okudum. Her insana kitap okur gibi empati yaparak, anlayarak ve sözü ve özü bir olarak baktım ve hoşlanmadığım insanları okumak istemedim. Kitapları da...

               Bu tutum hem okul hayatımın daha renklli ve öğrenerek verimli geçmesine, hem başta Esra olmak üzere güzel arkadaşlar bulmama sebep oldu. Aşkla okuduğum her insanın kalbine de kitaplardan okuyarak anladıklarımı deftere yazar gibi yazdım. “Kalp bir defterdir. Onu ne kadar temiz tutar ve kelimeleri ne kadar düzgün ve güzel yazarsan sana kitap gibi bilgi ve sevgi verir”  Bu düstur hem okul hayatımda  hem aşk hayatımda bana  bir ders oldu. Bana özgüven verdi. Esra’ya olan sevgim aşkım arttı.

              Bunları düşündükçe “Yaradan herkesin karşısına bir Esra çıkarsın” diye dua etmeye başladım.

              Doğrusu Üniversite hayatımın bana hayat tecrübeleri ve sevgi katacağını ve beni güçlendireceğini lisede söyleseler inanmazdım.  Ama insan iyi niyetli olup da karşısındaki insanı aynen anlayarak kitap gibi okursa Yaratan da önüne yeni ufuklar açıyormuş.

              Bu hayat tecrübemi iyice öğrenip de ortam oluşunca öğrencilerime de anlatacaktım bu yaşayarak öğrendiğim hayat tecrübelerimi. Onları alay etmeleri ve dalga geçmeleri beni hiç ama hiç etkilemeyecekti. 22 yaşında ben bunu fark etmiştim ama 44 yaşında bunu fark edemeyenleri, eşlerini ve öğrencilerini çekiştiren öğretmenleri öğretmenler odasında gördükçe üzülüyordum.

             Ben bunları düşünürken telefonum çaldı. Size söylemeyi unuttum ya, “Esra ile artık nişanlıyız ama tayinimiz ayrı yerlere çıktı” Telefonda O’nun sesini duyunca gerginliğim ve düşüncelerim beni hayata bağladı ve iç sesime  “ Hüseyincan Allah sana Hz. Hüseyin sabrı versin” dedim içimden. Esra ile uzun bir muhabbete daldık. Öğrencilerini ne kadar sevdiğini uzun uzun anlattı. Beni bilinçlendirdiği gibi öğrencileri nasıl bilinçlendirdiğini ve gerçek aşkı anlattığını söyledi.

              Esra en sonunda telefonu kapatacakken bana bir kahkaha atarak “Daha ilk yıl bana lakap bile taktılar” dedi.    

              Merak ederek sordum. Önce cevaplamak istemedi. Telefonun karşı tarafında kıkır kıkır gülen Esra vardı ve dayanamadım görüntülü görüşme tuşuna bastım. Esra gülerek bana bakıyordu ve dedi ki:

              “bana artık aşk profesörü “ lakabı taktılar.

                Güldüm ben de.

       “Maşallah öğrencilerinde amma ileri görüşlüymüş tam da sana göre lakap”

          Gülerek kapattık telefonu.