Bir şehrin kalbini duymanın yolu, adımların ritminde gizlidir. Kenti dinlemenin, keşfetmenin ve algılamanın en güzel yolu YÜRÜMEK.
Yüksek lisans derslerimden birisi “mekan algısı ve psikocoğrafya “ dersinde dün öğrendiğim bilgilerin ışığında kaleme aldığım köşe yazımı sizlerle paylaşıyorum.
Kentte yürümek, çoğu insan için sadece bir yerden bir yere gitmek anlamına gelir. Oysa biraz yavaşlayıp adımların ritmini duymaya başladığınızda, şehir bambaşka bir yüzünü gösterir. Kaldırımlar, sokak köşeleri, park yolları ve köprüler… Her biri insanın ruhuyla konuşan sessiz tanıklardır.
Yürümek aslında kenti deneyimleme biçimidir. De Certeau gündelik hayatın keşfinde “yürüyenler kenti gerçekleştirenlerdir “ demektedir. Bir şehrin karakterini anlamanın yolu, onun sokaklarında kaybolmaktan geçer. Çünkü kent, yürüyen insanın gözünden şekillenir; bir yokuşun eğimi, bir ağacın gölgesi, bir duvar yazısı bile insanın ruh haline dokunur.
Bu noktada devreye “psikocoğrafya” girer. Fransız düşünür Guy Debord, psikocoğrafyayı “mekânın insan duyguları üzerindeki etkisi” olarak tanımlar. Yani yaşadığımız yerler, sadece fiziksel değil, duygusal alanlardır. Bir mahallede huzurlu hissetmemizin, bir sokaktan geçerken içimizin daralmasının nedeni budur. Kentin coğrafyası, aslında insanın psikolojisiyle iç içe örülmüştür.
Modern hayat bizi hızlandırdıkça, kentin sesini duyamaz olduk. Yürüyüşten vaz geçip arabayla Navigasyonun çizdiği rotalayla vardık gideceğimiz yere. Kaybolma hakkımızı kaybettik. Oysa bazen yönsüz yürümek, rastlantının güzelliğini yaşamak gerekir. Bir sokağa açılan pencerenin önünde ki kediyi görmek, bir duvar dibinde yatan köpeği görünce başını okşamak, kaldırımın kenarında açmış çiçeği fark etmek, parkta bankta oturan amcaya dedeye teyzeye selam vermek insanı hem kente hem kendine yaklaştırır.
Yürüyüş yolları bu yüzden sadece bedeni değil, zihni de rahatlatır. Adımlar ritmik hale geldikçe düşünceler sadeleşir, duygular berraklaşır. Şehir, adımlarımızla yeniden canlanır. Yeniden hayat bulur. Yeniden yorumlanır.
Belki de kenti gerçekten tanımanın tek yolu, onu adım adım dinlemektir. Çünkü şehir, yürüyene gelin gibi yüzündeki duvağını açar.
Ve biz, göz göze geldiğimiz bu mekanların sesini duyabildiğimiz sürece, yaşadığımız yerle bağ kurarız.
Ulu ozan Aşık Veysel’in dediği gibi
“Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece”
Kent kültürü, mekân ve insan ilişkisi üzerine kaleme aldığım bu yazım Anadolu’nun ruhunu yansıtan kadim şehirimiz, doğasıyla, şehir hikayeleriyle, YÜRÜYEN insanın içsel yolculuğu ile birleştiğinde bizi bize hatırlatan dönüşümün yolculuğunu başlatır. Güzelliklerde buluşmak dileğiyle…
Dünya Köylüsü
Ayla Bağ